NELER İZLEDİM #20

16:54 merababenseda 3 Comments

   

  Merhaba. Hayatımın dönüm noktalarından dönmediğim, ayağımın yarısının köşede, yarısının geride beklediği süreçlerden geçtim. Film izlemedim, kitap okumadım. Sadece çalıştım. Ama artık bir yerlerden başlamalıydım. Şanssız biriyim evet ama, her şey bir gün yoluna giricek. Buna inancım tam. Gelin biz sizinle tatsız şeylerden değil de, filmlerden bahsedelim :)

     You Can Count On Me, başrollerinde The Big C'den hayran olduğum Laura Linney ve Mark Ruffalo'nun olduğunu gördüğümden beri hep aklımdaydı. Bir an önce izlemeliydim ve heyecanla geçtim ekranın karşısına. Sammy ve Terry iki kardeş. Sammy, eşinden boşanmış, küçük bir oğlu olan, bankada çalışan yalnız bir kadındır. Terry ise ailesinden uzakta, oldukça kopuk, beş parasız bir hayat yaşamaktadır. Parasız daha fazla duramaz ve ablasının yanına gelir. Burada yeğeniyle ve ablasıyla vakit geçirir, Herkes filmi çok beğendiğini söylemiş ama bence oldukça sıradan bir flmdi. Oyuncular çok iyiydi tamam ama konunun gideceği noktalar belliydi. Bu filmden çok fazla şey bekliyordum ama karşılamadı beklentilerimi. Kötü bir film  mi, kesinlikle değil. Zaten baş yapımcı Martin Scorsese abimizse, bi bildiği vardır. Sıkılgan biriyseniz, tavsiye ettiklerimin arasında değil.

 
      Yine sıfır keyif aldığım filmlerden. 1997 yapımı Oscar and Lucinda. Fakirlere yardım etmek için kumar oynayan bir rahip. Zamane kadınlarına fark atan ve yüzden zamanın ötesine geçmiş bir iş kadını. Bir kart oyununda tanışan ve birbirlerine aşık olan bu iki insanın çok uçlarda hedefleri vardır. Oscar, camdan bir kilise inşa etmek ister. Herkes O'na karşı çıksa da, Lucinda hep destek olmaktadır. Film bir roman uyarlaması. 126 dakika gibi çok da uzun bir süresi var. Dediğim gibi beni pek sarmadı. Ralph Fiennes ve Cate Blanchett gibi iki harika oyuncuyu izlemek isteyenler buyurabilir. Sadece filmin sonları beni şööyle bir yakalamayı başardı ama, onu ekliyim haksızlık olmasın.

     Ya Seda böyle antin kuntin filmleri nerden buluyosun derseniz, vallahi ben de bilmiyorum. Sırada hangi filmler varsa arasından seçip izliyorum. Anchorman: The Legend of Ron Burgundy de onlardan birisi. Bir tv kanalında spikerlik yapan Ron, oldukça egoist bir insandır. Kanala yeni gelen bayan spiker Veronica, Ron için ciddi bir tehlikedir. Spikerlik konusunda hızlıca yükselen ve başarılar elde eden Veronica'yı kanaldan göndermek için Ron ve salaklar salağı 3 arkadaşı ellerinden geleni yaparlar. Filmden hiç umudum yoktu ama gecenin bi vakti sesim çıkmasın diye kıs kıs güldürdü beni. En en en çok Steve Carell'e güldüm. Bu adam müthiş ya. Yan rollerde olmasına rağmen filmi aldı götürdü. Bu arada film günümüzde değil, 1970'lerde geçiyor.

     1945 yılı. Annesi ve babası müttefikler tarafından esir alınan Lore, 4 küçük kardeşi ile savaşın ortasında kalır. Annesinin gitmeden tembih ettiği gibi, 900 km uzaklıktaki anneannelerine gitmek için yola koyulurlar. Bu bahsettiklerim bir bebek, 3 küçük çocuk bir de genç kızlığa yeni adım atmış Lore. Açlık, savaş, yorgunluk, anne-babasızlık... Yolculuk sırasında karşılarına Yahudi bir genç erkek çıkar. Ona güvenmemesi gerektiğini düşünen Lore, çaresizlik içinde kalınca, yanlarında durmasına izin verir. Filmde sırf yirmi dakika, kıza duyulan tutku ile ilgiliydi. Ama öyle sarsıcı sahneler vardı ki, hala çıkmıyor aklımdan. Hüngür hüngür ağlattı. Oyuncuların çoğu çocuk olmasına rağmen gerçeğe çok yakın oyunculuklar çıkmış. Bu bambaşka yol filmini, izlenecekler listenize mutlaka ekleyin.

 
     Hüngür hüngür ağlatan filmlerden bir diğeri Veda. 2010 yapımı bu film, benim kalemine hayran olduğum Zülfü Livaneli' ye ait. Mustafa Kemal Atatürk hakkında binlerce film, belgesel, kısa film var. Veda'da onlardan biri ama aslında değil. Değil çünkü çok duygu yüklüydü ya. Oyuncular oynamamış, yaşamıştı.  Diyaloglar, bakışlar, müzik!!! öyle bir dokundu ki kalbime, dakikalarca ağladım. Atatürk'ün Selanik'teki küçük hallerinden, 10 kasım 1938 saat dokuzu beş geçeye kadarki başarılar, aşklar, dostluklar, zaferler, yenilgiler, hastalıklar dolu hayatına başka bir bakış. Salih Bozok'un bize anlattığı Atatürk'ü bir daha, bir daha dinlemek için ekleyin listenize.

3 yorum:

MİM / BEN KÜÇÜKKEN

10:00 merababenseda 12 Comments


Merhabalar herkese. Bu perşembe gününde sizleri tatlı mı tatlı bir mimle karşılamak istedim. Pek sevdiğim, bloguna, tarzına, kalemine hayran olduğum Deep beni mimlemiş. Hiç vakit kaybetmeden başlayalım bence, zira kendimle ilgili bu saçma ötesi bilgileri yazma cesareti her an kaybolabilir :D Buyrunuz;

  • 5 yaşımda okuma yazmayı öğrendim. Kendi kendime hee, öyle öğreten filan yok. Annemler ablamı çalıştırırken kenardan hep izlermişim. Sonra bi gün anneme "Ben okuyabiliyorum eheheh" demişim. Annem de bu kesin ilgi çekmek istiyo, gazeteyi hayatta okuyamaz demiş, eline bi gazete almış, açmış bi sayfa, oku demiş. Ben döktürmüşüm. Annem tabi sonra çok utanmış, sarılmış bana ağlamış filan. Öğrensek suç, öğrenmesek suç tabi o zamanlar.
  • Çay bardağını dibine kadar asla içemezdim. Çayın çöpü dediğimiz şeyleri böcek sanırdım, o kısma gelince bardağı büyük bir korkuyla anneme teslim ederdim. Çayla muhabbetimiz küçükken pek derindi anlayacağınız.
  • Ekmek üzerine sürülmüş her şeyi adı gibi yerdim. Yani sadece ekmeğin üstünü yer, geri kalanını haklı bir gururla bırakırdım.
  • Vitaminsizlikten olsa gerek, 1.sınıfta tırnaklarım büzüşmüştü. Bilenler bilir, tırnaklarım nokta nokta içe çöküktü. Geceleri yatağımdan kalkar, yerde kimse duymadan ağlardım. Yakarışlarım da şu şekildeydi: " Neden ben Allahım, ben sana naptım, bütün arkadaşlarımın tırnakları düpdüzgün, benimkiler neden böyle ühühühü " Derin mevzu, depresyondayım.
  • Büyüyünce ne olacağımla ilgili sorulara " dansöz " ya da " manken " gibi cevaplar verirdim. Hem de babamın yanında. Biri de dememişti " dansöz ne alaka yavrum? " diye. 
  • Babamın olmadığı geceler annemle yatardık. Beni önce ayağında sallardı. Ben uyuyor numarası yapar, uykuya yatakta dalardım. Ama öncesinde annemin gecenin bi vakti izlediği Gerçek Kesit'i, Perihan Savaş'ın dudak kalemine hayran hayran bakarak tek gözüm açık izlerdim. O zamanlar tabi Müge Anlı filan yok, varsa yoksa Gerçek Kesit. Ya sen 5 yaşında çocuksun, napcan Gerçek Kesiti acaba?
  • Anasınıfında arkadaşlarımı etrafımı toplar, onlara hikaye okurdum. Acayip bir iç geşmişliği vardı üstümde. Resim ve boyama saatleri felaketim olurdu, ağlardım.
  • Yılmaz Morgül ve Zeki Müren i birbirine benzetir, ikisinden de çok korkardım. Televizyonda çıktıkları anda kafamı yastıklara gömerdim. Oysaki seviyorum şuan ikisine de.

  • İnsanlar öpüşünce hamile kalır sanırdım. Filmlerde iki saniyelik de olsa gördüğümüz sahnelerde dehşete kapılır, nolcak şimdi, mecbur evlencek bu oyuncular derdim. Yaa sana dert mi yok.
  • Ödevlerimi cuma gününden yapardım ablamın hayret dolu bakışları altında. Cumartesi ve Pazar kendimi rahat hissetmem önemliydi. Şimdi bile, alışkanlık, iş yerinde bikaç gün stoklu etiket hazırlıyorum. Gerilim bünyeme yaramıyo.
  • Sabahları ekmek almaya gittiğimde önden bi halley olsun, bi cim tart olsun (hatırlamayan bizden değildir) yer, kahvaltıya öyle otururdum. Tabi yolda yerdim, bu önemli bi nokta.
Bence bu kadar saçmalık yeter :D Fotoğrafım anasınıfından. İlk profesyonel fotoğraf çekimim. Kızlarla öncesinde nasıl poz vericeğimizi bile konuşmuştuk. Ama ağzımı öyle yapıcağımla ilgili kararı, çekim esnasında vermişim gibi görünüyor. Toka ise kız olduğumu belli etmek amaçlı :D

Ben bu mimi yaparken çok keyif aldım, o günlere gittim, salaklıklarıma hayret etmekle kalmadım, üzerine hayran oldum. O kafalar bi daha gelmez. Anılarınıza sahip çıkın. Haydi, isteyen herkes mimi yapsın, yaparsa da linkini aşağıya bıraksın. 

Keyifli bir gün hepimizin olsun...

12 yorum: