NELER İZLEDİM #36

10:00 merababenseda 4 Comments


Merhaba canım okuyucu. Ben demiştim yazılar birikti, geliyor diye. Sözümü tutarım ! Bu yazıda herkes kendine göre bir film bulacak gibi. Çeşitli oldu, çok da iyi, çok da güzel iyi oldu (bu repliği hayatımdan çıkaramıyorum :D) Haydi başlayalım.

     Romantik ve oldukça tatlı bir filmle açılışı yapalım mı ne dersiniz? Harry Potter serisinden kendisini böyle filmlerde izlerken bi garip olsak da Daniel Radcliffe başrolde. Kendisine Ruby Sparks'tan aşina olduğumuz Zoe Kazan eşlik ediyor. Bir partide tanışan Wallace ve Chantry, ilk saniyeden itibaren birbirlerinin çekimine kapılsa da, kızımızın uzun yıllık bir ilişkisi vardır. Arkadaş olarak görüşmeye devam ederler. Gerçekten arkadaşlar ama haklarını yemeyelim şimdi. Kızın sevgilisi bir iş teklifi alır ve ülke değiştirir. Salya sümük vedalaşırlar - sadece kız ağladı gerçi, adam gider. Uzaktan uzaktan ilişkiyi yürütmeye çalışırlar. Adamın yaptığı hatalar kızı hafif hafif soğuturken, bizim bıçkın delikanlı Wallace da boş durmaz. Kıza deliler gibi aşık olur, artık harekete geçmesi gerekmektedir. Bu sırada kızın kuzeni ve sevgilisi de bu tatlı ikilimize sürekli gaz verirler. Onlar da efsane bir çiftti söylemeden geçemiyciğim. Filmin afişine mutlaka aşinasınızdır, duymuşsunuzdur bi yerlerden. Tavsiye ediyorum, izleyin.

SEVDİKLERİM
* Şarkılar çok nefisti. Neredeyse hepsini Shazam ladım.
* Kapanışındaki görselleri de mutlaka izleyin. Çat diye kapatmayın filmdi :)
* Zoe, sen nasıl 32 yaşındasın anlatır mısın biraz? Ayrıca Ruby Sparks'ta başrolü paylaştığı çocukla sevgililermiş. O da çok efsane bi filmdi bu arada.

     Coen kardeşlerin 2009 yapımı hafif uçuk filmi A Serious Man filmi karşınızda. Larry Gopnik, bir üniversitede fizik profesörü olarak çalışmaktadır. Okulda bir öğrencisinden rüşvet teklifi alıp ardından şantajla suçlandığı sırada, karısının başkasını sevdiğini söyleyip kendisini terk etmesiyle beraber iyice depresif hallere bürünür. İnançlarına da bağlı bir yahudidir aslında. Birçok yahudi din adamıyla da görüşmeler yaparak kendisine bir çıkış yolu arar. Zeka bakımından biraz eksik olan erkek kardeşi de olaylara dahil olunca iyice işin içinden çıkamaz hale gelir. Tabii bi yanda da çocuklar var. Adam delirmesin de ne yapsın! Genel olarak felsefik bir anlatıma sahip olduğu için, çok afedersiniz ama, pek anlamadım ben filmi. Sıkıldım dicem şimdi, Coen kardeşlere ayıp olacak. Pek tad alamadım yani filmden, öyle söyliyim. İzlediyseniz yorum bırakırsanız çok sevinirim.

     Çok çok çok beğendiğim bir film Wendy and Lucy. 2008 yapımı bu filmi daha önce hiç duymamıştım -ki Michelle Williams'ı da severim yani, neden böyle oldu anlamadım. Neyse, filmimiz Wendy'nin ve köpeği Lucy'nin ekseninde gelişmekte. Ablası ve eniştesinin yanında yaşarken, köpeğini de yanına alır, arabasına atlar ve Alaska'ya doğru yola çıkar. Orada bir fabrikada çalışmaktır amacı. Uzun ve yorucu bir yolculuk yapar. Arabasında yatar kalkar. O kısmı çok sevdim. Evi gibiydi, sabah kalkıp bir benzinlikte kişisel bakımını filan yapıyodu. Detay fazlaydı ama o yolculuğu güzel kavrattı.
Derken efendim, Oregon kasabasında arabasının bozulmasıyla başına gelmeyen kalmaz. Bir de köpeği Lucy'yi kaybeder :( Günleri onu bulmakla geçer. Hiç pes etmez. Bence kesinlikle izlemeniz gereken bir film. Yani sessiz, uzun sekansları olan bir film, sıkılırım derseniz bulaşmayın, durduk yere küfür yemiyim :D Ama festival filmi tadını sevenler kaçırmasın. Michelle Williams güzel oynamış.

İLGİNÇ BİLGİLER

* Michelle Williams, klasik bir oyuncu hareketi olarak, karakterine iyice girebilmek için bir kaç gün kendi arabasında uyumuş.
* Yönetmen, Michelle Williams'ın rol için fazla güzel olduğunu düşünüyormuş ve bu konuda endişeleri varmış. Bu sebeple kendisine, sıfır makyajla oynamasının ve çekimlerin sürdüğü iki hafta boyunca saçlarını yıkamamasın sorun olup olmayacağını sormuş. Bingo! Kabul etmiş.
* Williams o kadar pis bi haldeymiş ki, kasaba sakinleri film ekibiyle konuşmaya geldiklerinde filan kadını tanımıyolarmış :D
*Dünyalar tatlısı köpeğimiz Lucy, filmin hem yazarı hem de yönetmeni olan Kelly Reichardt'ın kendi köpeğiymiş.

     Şu filmi izlemeyen bi ben kalmışım arkadaşlar, neden söylemiyorsunuz? Tom Cruise abimizin efsane filmlerinden biri olan Minority Report. Yönetmen Steven Spielberg, bizi 2054 yılına götürüyor. Oldukça ilginç bir polis departmanı geliştirilmiştir ve John da buranın başındadır. Olay şu; üç adet kahin var ve bunlar geleceği görerek nerede bir cinayet işlenecekse haberini vermektedir. Bir yanda katilin ismi, bir yanda kurbanın ismi. Bu bilgileri alan polisler zamanında olay yerine ulaşarak, cinayeti engeller. E tabi işlenmedi diye kimse ceza almayacak diye bir şey yok. Ceza boyutu da ayrı zaten. Çok detaya girmiyim. Zaten filmin başında örnek bir cinayetle her şey anlatılıyo, onu sevdim baya açıklayıcı oldu :D Derken işte olaylar John ve ailesine evrilir. Neler neler dönmüş yani inanamazsınız. Görsel efektler de oldukça başarılıydı. Çok uzatırsam spoiler verebilirim, o yüzden izlemeyenlerin çok acil izlemesini tavsiye ediyorum.

     1997 yılına, Prenses Diana'nın öldüğü zamanlara gidelim şimdi de. 2006 yapımı The Queen, başrol Helen Mirren'e yılın Oscar'ını da kazandırmış. Güzel oyunculuklar garanti yani. Kraliçe Elizabeth'in hayatına yakından tanıklık ettiğimiz film, sizi bir çok noktada şaşırtacak cinsten. Gelinleri Diana'nın trajik bir trafik kazası sonrası ölümü üzerine, bütün ülke ayağa kalkar. Çünkü gerçekten sevilen bir kadınmış, yararlı işler yapmış, ben valla filmde öğrendim. Ülke yasa boğulurken, Kraliçe ve ev halkı sessizliklerini korur. Bunu gören halk, kraliyet ailesine karşı cephe alır ve sarayın önünde çılgın kalabalıklar oluştururlar. Kapıya onbinlerce çiçek, resim, yazı vs bırakarak kendilerince bir anıt oluşturan halk, sarayın da bu yasa katılmasını ister. O dönem koltuğu yeni devralan başbakan Tony Blair, kraliçeyi ve ailesini bakalım ikna edebilecek midir? Biyografi seviyorum ben, kaliteli bir filmdi, sevdim. Bi de ben Prensen Diana'nın kocasını aldattığı sırada öldüğünü sanıyodum, meğer baya boşanmışlar herkes kendi yolundaymış. Kadının günahını aldım :(

Yine çok konuştum, ben bu beşliklerde tutamıyorum kendimi. Yazının sonuna cümleleri atlamadan gelenleri tebrik ediyorum :) Siz neler izlediniz, neler okudunuz, anlattıklarımdan var mıdır izledikleriniz yorum bırakırsanız çok sevinirim. Sırada hangi filmler var merak ederseniz, sağ üst tarafta En Son Neler İzledim kısmından film afişlerine bakabilirsiniz. Güzel bir hafta diliyorum...


4 yorum:

NELER İZLEDİM #35

14:34 merababenseda 6 Comments

volver

Merhaba canım okuyucu. Çok uzun zamandır uğrayamadım buraya. Bu süre içerisinde teyze oldum! Günlerim süt kokulu minik bi mucizeyle geçerken, filmlerime de ara verdim. Ancak bomba gibi geri döndüm. Bu aralar sık sık uğrayınız, zira postlar peş peşe gelecek.
Not: Bu yazıyı yazıp, programa koyduğumda; güzel ülkem en azından umut içerisindeydi. Böyle olmasını hiç istemezdim...

dönüş
     Sanırım Pedro Almodovar ile ilk tanışmam bu filmle oldu. Ne yazık! Filmin baş köşesine kadınları yerleştiren bunu en iyi yapan yönetmenlerden biri olduğunu anladım. Güzeller güzeli Raimunda, kızı ve kızkardeşiyle oldukça sıradan ama zor bir hayat yaşamaktadır. Hayatta kalmak için birden fazla işte bile çalışan Raimunda'nın hayatı, teyzesinin ölümünden ve kızının başına gelenlerden sonra tamamen değişir. Çünkü; yangında ölen annesi, büyük bir sırla beraber yarım kalan işlerini tamamlamak için geri döner. Ayrıca saklaması gereken bir adet de ceset vardır! Üç kuşak kadının başlarına gelenler öyle bizden ki, yönetmene ve oyunculara hayran kalmamak elde değil. Zaten başroldeki altı kadın da 2006 Cannes Film Festivali'nde en iyi kadın oyuncu ödülüne layık görülmüş. Büyük başarı. Bu filmi mutlaka izlemelisiniz. Yorumlarınızı merak ediyorum.

SEVDİKLERİM
* Penolepe Cruz'un alelade yapılmış siyah göz makyajı.
* Her ne kadar ses O'na ait olmasa da, şarkı söylediği sahnede güzel bir oyunculuk dersi vermesi.

İLGİNÇ BİLGİLER
* Sıradan bir kadın profiline erişmesi istenen Penolepe Cruz'un, poposunun daha büyük görünmesi için yapay popo takılmış. Yönetmenin özel isteğiymiş. kadın bir popoyla bambaşka bi karakter yaratmış.

öldürme zamanı
      Nefis bir film daha. A Time To Kill karşınızda. 1996 yılına gidiyoruz. Siyah-beyaz ayrımının hüküm sürdüğü bir kasabada, siyahi bir adamın 10 yaşındaki kızı tecavüze uğrar. Tecavüz edenler de (bu şekilde bahsetmek istemezdim ama açıklayıcı olması için siyah-beyaz demek durumundayım) beyaz ve ayrıca oldukça ırkçı insanlardır. Suçlular yakalanır, yargılanmak üzereyken küçük kızın babası öfkesine yenik düşer ve kızına bu iğrençliği yapanları öldürür. Film bundan sonra babanın, yani bir siyahiye yapılan ırkçılığın adalet dünyasındaki yerini işliyor. Avukat Jack Tyler ve Ellen, babayı kurtarmak için ellerinden gelen her şeyi yaparlar. Bu uğurda ellerindeki her şeyi kaybetseler bile, davalarından vazgeçmezler. Gerçekten tokat gibi bir film. İzlerken duygudan duyguya sürükleniyorsunuz. Baba rolünde izlediğimiz Samuel L. Jackson, bu rolüyle Altın Küre'ye aday gösterilmiştir.

SEVDİKLERİM
* " Now imagine she's white." Filmi tek başına özetleyen efsane bir replik.

günbatımından şafağa
     İzleyicileri "nefret edenler-çok beğenenler" şeklinde ikiye ayırmış bir film From Dusk Till Dawn. Başrollerinde gençlik haliyle kasıp kavuran George Clooney, filmin aynı zamanda senaryosunu da yazan Quentin Tarantino, dehşet güzellikteki Salma Hayek var. Baştan söylemek istiyorum, film tamamen ters köşe. İlk yarı ve ikinci yarı arasında, filmin türü bambaşka bi boyuta geçiyor. Ben bunu bilmeden izledim ve "noluyo şimdi yaa" diye diye izledim. Seth ve Richard birbirlerinden tamamen farklı iki kardeştir. Yasadışı yollarla para kazanırlar. Yine bir gün önemli bir iş için Meksika'ya gitmeleri gerekir. Sınırdan geçmek için karavanla tatile çıkmış bir baba, kızı ve oğlunu rehin alırlar. Bundan sonra hep beraberlerdir. Filmle aynı adı taşıyan gece klubüne vardıktan sonra her şey tamamen değişir. Harika kızların dans ettiği bir gece kulübünde işler ne kadar rayından çıkabilir ki? İzleyin ve görün :)

İLGİNÇ BİLGİLER
* Salma Hayek'in dans ettiği piton, gerçekmiş! 
* Erkeklerin büyük bir beğeniyle izlediğini tahmin ettiğim pitonlu dans sahnesinde, Salma Hayek'in herhangi bir kareografisi yokmuş. Yönetmen Robert Rodriguez sadece müziği hissedip dans etmesini istemiş.

the selfish giant
     Sizi çok derin düşüncelere sevk edecek bir film The Selfish Giant. İki küçük yakın arkadaş Arbor ve Swifty başrollerimiz. Geçim sıkıntısı yaşayan iki ailenin çocukları olarak hayata devam eden bu minikler, okuldan arta kalan zamanlar hurdacılık yapmaktadırlar. Tamamen tesadüf eseri para kazanmaya başladıklarında, okula gitmektense işe gitmek Arbor'a daha tatlı gelmiştir. Zaten Arbor, Swifty'e göre çok daha yaramaz bir çocuktur. Zaman zaman yanlış işler de yapsalar, kazandıkları parayı ailelerine vermek en büyük mutluluklarıdır. Ama film, öyle acımasız, öyle iç acıtan bir sonla veda ediyor ki, ağlamamak mümkün değil. Hikaye aslında bizlere hiç yabancı değil. Etrafımızda böyle çocuklar hep görüyoruz. Ama sonunun böyle olacağını tahmin edememiştim. Gerçekten iyi ki izlemişim dedirten bir film. Festival filmi sevenlere şiddetle öneriyorum. Tek rahatsız edici nokta, oyuncuların ağır bir ingiliz aksanıyla konuşması. Bazen rahatsız edici olabiliyor -ki bazı ülkelerde ana dilleri ingilizce olmasına rağmen, ingilizce altyazıyla seyirciyle buluşmuş.

aşka dair
     Gerilim ve dram dolu filmlerden sonra, içinizi açacak bir filmle kapanışı yapalım. Filmimizin adı A Case of You. Yazarlık hayatında pek de iyi dikiş tutturamamış olan Sam, her gün gittiği kafede sarışın tatlı bir kıza aşık olur. Şanslıdır ki, kız orada çalışmaktadır. İstediği zaman onu görebilmesinin yanında, ismini de öğrenir. Günümüzün olmazsa olmazı Facebook sağolsun, Sam'e bu yolda çok yardımcı olacaktır. Kızımız Birdie'nin profilinde gezinerek, nelerden hoşlanıp hoşlanmadığını öğrenir. Gitar çalan erkeklerden mi hoşlanıyo, hemen ders alır. Sevdiği bir kitap, hemen okunur. Böylelikle Birdie'ye ideal bir sevgili olduğunu kanıtlayacaktır. İşler beklediğinden de kolay gider ve birbirlerine aşık olurlar! Ama olmadığı biri gibi davranmak, Sam'i bir noktadan sonra yıpratacak mıdır acaba? Çok tatlı bir filmdi. Başroldeki kızı çok sevdim. Müzikler de başarılıydı. İzlenesi.

Sağ tarafta, son zamanlarda izlediğim filmlerin afişlerini görebilirsiniz. Yani bu demek oluyor ki, merak ettiğiniz filmleri görürseniz beklemede kalın. Öne almamı istediğiniz varsa yorumlarda belirtebilirsiniz. Okuyup, zaman geçiren herkese çok teşekkürler. 

6 yorum: