NELER İZLEDİM #45

10:00 merababenseda 2 Comments



Herkese merhaba. Gün itibariyle 2017 yılına 2 gün kaldı. İçimde biraz da olsa kelebekler uçuşuyor. 2016 yılı, teyze oluşum dışında bana hiç güzel şeyler getirmedi. Kayıp bir yıldı. Hatırlamak dahi istemiyorum. O sebeple bir an önce 2017 ye adım atmamız lazım. Belki yılbaşı gecesi film izlemek gibi çok çılgın! bir planınız olabilir. O sebeple buyrunuz yazıya geçelim.

     Vizyon filmiyle başlayalım ki, belki yetişir izlersiniz. Collateral Beauty (Gizli Güzellik), başrolünde efsane oyuncuların yer aldığı, dram romantik ve azıcık ucundan komedi barındıran bir film. Oyuncuları afişten görebilir, biraz da olsa fikir edinebilirsiniz. Howard, başarılı bir şirketin yöneticisidir. Hayatı çok güzel giderken kızını kaybeder. Bu acıyla baş edemez, işi boşlar, eşinden boşanır, arkadaşları ile arası açılır. Hayata karşı olan ilgisini kaybetmiştir. Tek düşündüğü kızı olmadan nasıl yaşayabileceğidir. Bu süreçte bazı mektuplar yazar. Mektupların sahipleri; Ölüm, Sevgi, Zaman. Evet, doğru duydunuz. Bu mektupları kavramlara yazıp posta kutusuna bırakır. Arkadaşları bunu araştırırlar ve artık eski günlerine dönmesi için bir plan yaparlar. Bu üç kavram, canlı kanlı birer kişi olarak Howard'ın karşısına çıkacaktır ve O'nunla konuşacaktır. Böylece içindeki kini ortaya döküp biraz da olsa rahatlaması planlanır. Üç oyuncu ile anlaşırlar ve plan işlemeye başlar. Film aşırı aşşırı mesaj kaygılıydı. Yani her yerden mesaj fırlıyordu. Kötü değildi ama yani bir süre elle tutulur hiç bir şey olmadı filmde. Mesajlar değil de, sonu beni çok etkiledi. Cidden beklemiyodum. Güzel kurtarmışlar. Kafa dağıtıp güzel oyunculuk izlemek isteyenlere.

     İçim şişe şişe izlediğim Beautiful Creatures'ta sıra. Ethan, yakışıklı ve yaramaz bir lise öğrencisidir. Yaşadıklara yere Lena adında bir kız taşınır ve ilk günden itibaren Ethan'ın radarına girer. Diğer kızlardan farklı olan Lena, aslında bir büyücüdür. 16 yaşına girdiği gün, kötü ya da iyi arasında bir seçim yapacaktır. Bu seçim kızcağıza bağlı değil tabi. Kökleriyle filan ilgili. Çok büyük merakla bekliyoruz tabi acaba hangi tarafı seçecek! Bu arada Ethan ile sevgili olurlar. Çocuğun da her şeyden haberi var. Kıza destek oluyor. ' Ben sana inanıyorum, iyi tarafı seçiceksin tabi ki' diye gaz veriyor sürekli. Ben açıkçası beğenmedim. Önermiyorum. Ama böyle fantastik havada geçen filmleri sevenler belki bir şans verebilir. Bilemedim şimdi, size kalmış :(


2
     İlk sahnelerinden itibaren merakla kendisini izletmeyi başaran bir film 'En Chance Til' (A Second Chance - İkinci Bir Şans). Andreas, mutlu bir evliliği olan yakışıklı bir polis abimizdir. Bir gün uyuşturucu bağımlısı bir ailenin evine baskına giderler. Orada, bir kenara atılmış, pislik içinde kalmış ağlayan bir bebek görür ve çok etkilenir. Bebeğin anası babası keş tabi. Çocuğa bakan yok. Neyse efendim, bir gece Andreas uyurken karısı bağırarak onu uyandırır. Kendi bebekleri uykuda ölmüştür! Ay ne iç acıtıcı sahnelerdi size anlatamam, çok etkilendim. Bunun üzerine gece bebeği alarak o bağımlı anne babanın evine gider. Hepsi uyurken eve girer ve bebekleri değiştirir :( En fena sahnelerdendi sanırım. Kendi bebeğine o pislik içindeki elbiseleri giydirdi. Yüzüne filan da sürdü hatta anlaşılmasın diye, yıkıldım. Düşünmesi bile dayanılmaz. Bebeği alıyo, karısına veriyo. Kadının psikolojisi zaten bozuktu, iyice saykoya bağlıyo, ne yapsın kadıncağız. İlk başta bebeği istemiyo ama sonra sevmeye başlıyo. Orası da ayrı mesele. Bu arada bağımlı anne ve baba bakıyolar ki çocuk ölmüş, polis bunları hapse atıyo. Ama kız diyo ki, bu benim bebeğim değil! Al başına belayı şimdi Andreas. Çok çok etkileyici bir film. İzlediğim için mutluyum, ağır dramları seviyorum, başka derdim yokmuş gibi. Biraz ağlayıp, içini dökmek isteyenlere.

     2014 yapımı, bir adet de Oscar adaylığı bulunan Leviathan karşınızda. Öncelikle şunu söyliyim, filmi sıcak bir ortamda izleyin. Çünkü sahneler o kadar soğuk ortamlarda geçiyor ki, içinizin üşümemesi elde değil. Ve de mümkünse büyük bir ekrandan izleyin, görseller efsane. Nikolay, ikinci eşi ve ilk eşinden olan oğluyla beraber yaşamaktadır. Aslında sorunsuz sayılabilecek bir ailesi vardır ama para babası bir amcamız huzurlarını kaçırır. Yaşadıkları evi kendisine vermelerini çünkü orada yeni bir inşaat başlatacaklarını söyler. Ne kadar da tanıdık! Nikolay bunu istemez tabi, uzaklardan avukat bir arkadaşını yardıma çağırır. Davayı nasıl kazanabiliriz filan üzerinde düşünürler. Bu süreçte amca bastırır tabi. Derken evde de sorunlar başlar. Karısı ve avukat arasındaki olası bir kıvılcım, Nikolay'ı çileden çıkarır. Film çok çok iyiydi gerçekten. Nefis oyunculuklar, harika görseller ve etkileyici bir hikaye. Ölmeden Önce İzlemeniz Gereken 1001 Film listelerinde de kendisine yer bulmuş. Festival filmi sevenlere.


     Bunca ağır dramadan sonra biraz kafa dağıtmaya ne dersiniz? Mermaids 1990 yapımı Altın Küre'ye aday olmuş tatlı bir aile filmi. Başrolde izlediğimiz Cher, kızlarını oynayan ve o zamanlar birer çocuk olan Winone Ryder ile Christine Ricci bizlere güzel bir seyirlik sunmuş. Yalnız bir anne olan Mrs. Flax ve kızları, yaşadıkları yerde hiçbir zaman uzun kalmazlar. Eğer ortam onlar için karmaşık hale gelirse hemen eşyalarını arabaya yüklerler ve şehir değiştirirler. Son geldikleri yerde anne Faux, tatlı bir adamla tanışır. Büyük çocuk Charlotte ise yakışıklı biriyle tanışır ve çok fena aşık olur. Okul, iş, aşk, aile derken bizimkilerin hayatı çok dehşet verici bir olayla sarsılır. Hem de işin içinde büyük bir pişmanlık vardır ve tekrar toparlanmak zor olacaktır. Keyif alarak izlediğim bir aile filmiydi. Cher, Winone Ryder ve Christina Ricci'nin gençliklerini izleyip kafa dağıtmak isteyenlere.

Uğradığınız için teşekkürler. Haftaya görüşmek üzere!

2 yorum:

NELER İZLEDİM #44

10:00 merababenseda 1 Comments


Herkese güzel bir çarşamba gününden merhaba. Her ne kadar çalışıyor olsanız da, sizler için izlenecek güzel filmler bırakmak istedim buraya. Akşam izlemelik bir şeyler mutlaka ayarlayın!

     American Sniper'a daha önce başlamış, 10. dakikasında uyuyakalmıştım, bu sefer şansımı tekrar denemek istedim ve bir seferde bitirebildim çok şükür. Bradley Cooper ve Sienna Miller'ın başrolde olduğu 2014 yapımı film, 2015 Oscar ödül törenine 6 dalla aday olmuş, yalnızca bir tanesini kazanmıştır. (Ses dalında). Chris Kyle, başarısız iş deneyimlerinden sonra, ülkesinin de içinde bulunduğu zor durumdan rahatsız olarak orduya katılır. Eğitimlerde oldukça zorlansa da, sahaya çıktığı zaman çok iyi bir nişancı olacağının sinyallerini verir. Bu süreçte tabi bir de evlenir, çoluk çocuğa da karışır. Karısından ve çocuklarından ayrı aylar geçirmek hem kendisini hem eşini yıpratır. Film süresince Irak'ta, Amerikan askerleri ve yerel halkın arasındaki mücadeleyi izliyoruz. Oldukça başarılı çatışma sahneleri, yaralanan askerlerle yaşanan duygusal anlar, Chris Kyle'ın etkili atışları vs derken film akıp gidiyor. Esasında tabi bu bir biyografi diyebiliriz. Ben bir kadın olarak bu tarz filmlere karşı önyargılıyım ama Bradley Cooper gerçiğini gözardı edemedim. 42 günde çekilen bu bol ödüllü filme hazırlık aşaması da oldukça meşakkatli geçmiş. Özellikle Cooper açısından. Hatta filme hazırlanırken Chris Kyle'ın dinlediği şarkıları dinlemiş, spor yaparken karşı duvarına O'nun fotoğrafını asmış ve de O'nun ayakkabılarını giymiş. Yönetmeni Clint Eastwood olan film, aksiyon ve hafif de olsa heyecan sevenlere.

     Interstellar filmi tek başıma izlemek sanırım büyük hataydı. Anlamadığım ve konudan koptuğum çokça sahne mevcuttu. Bir daha izlemem lazım. Pek keyif aldığımı söyleyemeyeceğim ama şansımı tekrar deneyeceğim.









     Suicide Squad hakkında da çok konuşacak şey yok. Zaten aylardır ortalığı kasıp kavuruyor. Harley Quinn karakteri kadar beni eğlendiren başka bir kadın karakter nadirdir. Margot Robbie kız sana helal olsun su gibi oynamışsın, çok kıskandım. Konuyu filan hiç anlatmıyorum. Ona başka yerden de bakarsınız, önemli olan hissettiğim duygular şuan:D Bu filmi mutlaka izleyin, ama kızlar bi şey söylicem; erkek arkadaşınız / eşiniz ile izlerseniz filan Harley canınızı sıkabilir, çokça elinizi erkek kişisinin gözlerini kapatırken bulabilirsiniz benden söylemesi. (İzletmeyin kısaca yaa, siz kendiniz izleyin)



     Şimdi sizi çok fazla yormayacak ama oyunculuk açısından doyurucu bir film ile tanıştıracağım. This Is Where I Leave You. 2014 yapımı filmin başrollerinde Jason Bateman, Tina Fey, Jane Fonda (aşkım) var. Judd, karısı tarafından aldatıldıktan sonra depresyon aşamasındayken kardeşlerinden bir telefon alır. Babası ölmüştür. Her kötü şeyin üst üste gelmesi yetmiyormuş gibi bir de 3 çılgın kardeş ve hepsine bedel bir anne ile uğraşmak zorunda kalacaktır. Doğup büyüdüğü kasabaya gittiğinde evli ve çocuklu ablası, çocukları bir türlü olmayan abisi, kendisinden yaşça büyük zengin bir kadınla flört eden erkek kardeşi ve çılgın bir ruha sahip annesi ile kalabalık bir cenaze evinde zaman geçirecektir. Güzel bir aile filmiydi, sıkmadan izlettirdi kendisini ama Tina Fey'in ağlayamayışları olmadı. O kadın hep komedi yapsın, dramı pek beceremedi sanki. Favorim Adam Driver tabii ki, filme renk katmış. Aile filmi sevenlere.

     İşte benim yazıdaki favori filmime geldik şimdi. Obvious Child. Donna, sevgilisinin kendisini aldatışından sonra bir gece bir adamla tanışır. İkisi de alkolü fazla kaçırır ve one night stand kaçınılmazdır. Stand up gösterileri yaparak insanları güldüren Donna, kendi hayatında pek de mutlu değildir. Sürekli yeni birileriyle beraber olur ama bir türlü aradığı adamı bulamaz. Derken hiç beklemediği bir şey olur; ta daaa, hamiledir! Peki ama kimden? O süreçte yaşadıkları, acaba kimden sorusu, aldırıp aldırmamak konusunda yaşadığı ikilem, çocuğun babasına söylesem mi gerilimi filmin kalan kısmında izlediklerimiz. Ben filmi nedense çok beğendim, film çok samimi olmuş. Ve kesinlikle klasik romantik komedilere benzemiyor. Zaten sonunu izlediğinizde anlayacaksınız. Her şey tam da olması gerektiği gibiydi. En en en beğendiğim sahne, battaniyenin altındaki film izleme sahnesiydi. Son sahne. İzlerseniz ne dediğimi anlayacaksınız. Sıradan, bizden bir şeyler sevenlere.

Bir beşlik daha bitti, sırada yazacak çok film var. Ben şimdi iki günlük iznimin tadını çıkarmaya gidiyorum. Önce bir faranjit kontrolü (2 aydır öksürüyorum!), sonra bir sinema ve ardından en sevdiğim zaman; teyzelik zamanııııı >3 Okuyup yorum bırakırsanız ve buralarda bir ses olursanız çok mutlu olurum. Accayip motive ediyor. Hepinize iyi haftalar diliyorum. Görüşmek üzere!




1 yorum:

NELER İZLEDİM #43

15:47 merababenseda 4 Comments


Herkese merhaba. Bugün izin günümü fırsat bilerek blogun başına geçtim ve sizlere güzel bir kaç filmden bahsetmek istedim. Haydi biraz konuşalım. Çok tatlı filmler var, kaçırmayın !

     2000 yapımı, nostalji sayılabilecek ve oldukça çerezlik bir filmdi Down to You. Türkçe'ye de Aşağıdakiler diye çevrilmiş, acayip saçma tabi. Neyse, efendim. Al, bir üniversitede öğretmendir. Imogen ise öğrencidir. Bir partide tanışıp, aşık olurlar. Derken aşk, romantizm dolu günler başlar. Her şey çok güzel gidiyordur. Derken Al, bu ilişkiyi sorgulamaya başlar. Hatta ve hatta ayrılmak için durduk yere ilişkilerini didikler. Ve bingo, bir bahane bulmuştur. Imogen, eğitim için yurt dışına gidecektir. Bu şekilde ilişkinin yürümeyeceği inancına kapılıp ayrılırlar. Tabii ki yaptığının çok salakça bir hata olduğunu anlaması çok uzun sürmez. Imogen'ın evde bulduğu şampuanını içerek intihara bile kalkışır. Bu kısım kabul edelim ki çok tatlıydı :) Derken yolları tekrar kesişir ama toparlamayı başarabilecekler midir, izleyin görün. Accayip klişe ama çok şeker bir filmdi. Kafa dağıtmalık, nostaljik romantik komedi sevenlere.

     İzlemeyi çok ertelediğim, kaçırmadan vizyonda izleme fırsatı bulduğuma sevindiğim Ekşi Elmalar da bugün listede. Aziz Reis, karısı ve üç kızıyla Hakkari'de yaşayan bir milletvekilidir. Son seçimleri kaybettikten sonra, zaten zor olan kişiliği, etrafındakiler için daha da çekilmez hale gelir. Güzeller güzeli kızlarının da erkekler tarafından ilgi çektiği gerçeğini göz ardı edemez. Başrolümüz Muazzez'in ağzından dinlediğimiz hikaye, bizi doğu kültürüyle sarıp sarmalıyor. Yaşadıkları heyecanlar, yine bir şampuan muhabbeti, Reis'in egoları, yaylanın şöleni, kavuşamayıp yarım kalan aşklar... Aman Allahım, Yılmaz Erdoğan'dan Türk sinemasında Vizontele'den sonra güzel bir hediye olmuş. İzlerken o kadar keyif aldım ki size anlatamam. Çokça da ağladım, çünkü kendimi Muazzez gibi hissediyodum:D Salondaki çiftler hep bana baktı ağlarken ama napiyim yani, çok etkilendim. Oyunculuklar, görsel şölen nefisti. Favorim; Songül Öden. Çok içten bir oyunculuktu, helal olsun. Listenize mutlaka ekleyin. Pişman etmeyeceklerden.

     Yine nostaljik bir komediyle devam edelim. 2001 yapımı Shallow Hal, iç güzellikle ilgili haklı bir ders veren cinsten. Afişi de dikkatli incelerseniz, bir şeyler anlamak mümkün. Şöyle ki; Hal şişman ve çirkin bir adam olmasına rağmen, kadınlarda her zaman güzellik arayan birisidir. Bu sebeple hiçbir zaman mutlu olamayan Hal, gittiği bir medyum tarafından iç güzelliğe önem vermesi için hipnoz edilir. Artık, çirkin insanları güzel, güzelleri ise çirkin görmektedir. Bir gün Rosemary ile tanışır. Tanıştığı güzeller güzeli Gwyneth Paltrow ama tabii ki bu hipnoz altındaki görsel. Rosemary aslında 300 kiloluk bir genç kadındır. Birbirlerine aşık olurlar, etraflarındaki kimses bu aşkın gerçek olduğuna inanmaz. hatta Rosemary bile kendisiyle dalga geçildiğini düşünür ama Hal aşık olmuştur! Derken, bu hipnozun etkisi geçer ve Hal eski şerefsiz haline döner. Rosemary'i artık beğenmiyordur :( Ben keyifle izledim, çok kafa yormayan, klişe bir romantik komedi.

İLGİNÇ BİLGİLER
* Rosemary'nin şişman halini de Gwyneth Paltrow oynamış, inanamadım! 15 yıl öncesine göre çok başarılı bir plastik makyaj olmuş. Uzun saatler süren makyajın ve vücut eklemelerinin sonrasında Paltrow, sokakta uzun süre yürümüş, ve kimse O'nu tanıyamayınca, kendisi oynamaya karar vermiş.

     The Boy Who Smells Like Fish, sanırım izlediğim en ilginç filmlerden biri. Mica, doğduğundan itibaren çok ilginç bir şekilde balık kokmaktadır. Annesi ve babası bu kokuyu gidermek için çocuklarını günde defalarca yıkar, onlarca kimyasal kullanırlar ancak bu koku gitmez. Mica, bu balık kokusuyla ömrü boyunca yaşayacaktır. Okulda, boynuna astığı araba kokusuyla gezse bile, arkadaşları tarafından sürekli dışlanır. Evde verdikleri doğumgünü partisine bile yalnızca bir kız gelir. Bundan sonra kendisini tamamen dış dünyaya kapatan Mica, yüzmeye başlar. Havuzda Laura adında güzeller güzeli bir kızla tanışır. Ama havuz dışında onunla yan yana gelmeye çok çekinen Mica, ilk gecelerinde saatlere duş alır, pudralar sürer, araba kokusunu da boynuna asmayı unutmaz! Aşık olmuştur bi kere. Babası o çok küçükken evi terketmiş, annesi ise çok elim bir kazada ölünce yalnız kalmıştır. Bundan sonra onu bekleyen süprizler acaba nelerdir. Çok farklı, değişik bir konusu olmasıyla birlikte kendisini sıkmadan izleten ilginç bir film olmuş. Alternatif sevenlere.

     2015 yapımı The Gift, romantik filmlerden sıkıldığım bir gece açıp gözlerimi ayırmadan izlediğim bir gerilim filmi. Simon ve Robyn, iş gereği Simon'un çocukluğunu geçtiği küçük bir yere taşınırlar. Paradan kaçınmayan çift, kendilerine harika bir ev alırlar. Bir gün şehirde alışveriş yaparken, Simon'un çocukluk arkadaşı yanlarna gelir, Gordo. Güzel hoşbeşin ardından tekrar görüşmek üzere ayrılırlar. Simon işteyken, Gordo bunu fırsat bilip sürekli evlerine gider. Aslında herhangi bir sorun yoktur, gayet yardımsever bir kişilik olarak görünen Gordo'nun bu ziyaretleri ve bırakıp gittiği hediyelerinin sonu gelmez. Bu süreçte Robyn hamile kalır. Gordo ile yaşanan gerilimler arttıkça, çiftin huzuru da kaçar. Neden böyle yaptığının nedeni, geçmişe dayansa da, intikam almaktan yıllar sonra bile vazgeçmeyen Gordo'nun çok acımasız bir planı vardır. Filmin sonu o kadar gerilimli ve heyecanlıydı ki, yani bebeğin göz rengini görmek için öldüm resmen! Anladınız siz, zeki bir filmdi. Yönetmenliğini ve başrolünü üstlenen Joel Edgerton'a, Horrible Bosses'tan sevdiğimiz Jason Bateman ve kısacık saçlarıyla bile seksi olmayı başaran koca ağızlı Rebecca Hall eşlik ediyor. Gerilim sevenlere.

Vakit ayırıp okuduğunuz için çok teşekkürler. Sırada hangi filmler var merak ediyorsanız yan taraftaki renkli afişlerin olduğu kısma göz atmayı unutmayın. İzledikleriniz veya izlemeyi düşündükleriniz varsa yorum bırakmayı unutmayın lütfen. Tekrar görüşmek üzere!


4 yorum: