NELER İZLEDİM #47

10:00 merababenseda 1 Comments



Herkese merhaba. Yeni yılın ikinci yazısını büyük bir hızla yazdığımı farketmişsinizdir. Bu sene bana iyi geldi. Yeni bir başlangıç gibi sanki, umarım böyle devam eder. Çok duygusal konuşmalar yapmadan, filmlere geçelim biz.

     Kulağımda 'City Of Star' şarkısı varken bu yazıyı yazmak çok ayrı keyif. Vizyona girince ilk izin günümde koşa koşa gittiğim La La Land, uzun zamandır beklediğim bir filmdi. Başrollerinde Ryan Gosling, Emma Stone gibi tatlı oyuncuları bulunduran filmin yönetmeni, Whiplash'ten tanıdığımız Damien Chazelle. (Whiplash'in uzun bir inceleme yazısını yazmıştım, okumak isteyenler tık tık) Baristalık yapan ama hayali oyuncu olmak isteyen Mia ve caz müziğe aşık olan başarılı bir piyanist olan Sebastian'in hayatlarına tanık oluyoruz. İlk başta ayrı ayrı izlediğimiz hayatlar, harika bir aşkla birleşir. İçerisinde bolca müzik, dans, aşk bulunan film sürekli aksiyon halinde. Her ikisi de işlerinde başarılı olmaya çalışırken, ayakları tökezlese de içlerindeki büyük tutku onları vazgeçirmez. Bu film üzerine bir çok yazı okuyacaksınız muhtemelen. Ben en saf haliyle anlatmak istedim. Yani bu filmde çok ama çok tatlı bir aşk ve muhteşem müzikler dinleyeceksiniz. Her iki oyuncunun da şarkı söyleme, dans etme ve Ryan Gosling'in piyano çalma yeteneklerine bayılacaksınız. Kaçırmayın bu filmi ya, vizyondayken izleyin mutlaka. Sight and Sound ve Rolling Stone Dergisi, 2016'nın en güzel filmleri listelerine almış bile. Büyülü aşk hala kaldı mı diyenlere.

BONUS : Filmin birbirinden güzel şarkılarını dinleyebileceğiniz Spotify listesi için buraya tıklayabilirsiniz. Benim favorim şimdilik Emma Stone ve Ryan Gosling'in seslendirdiği City of Star.


     Kalbinizi ısıtıcak bir film daha var sırada. Big Hero 6. Hiro, çok zeki bir çocuktur. Annesi ve babasının ölümünden sonra teyzesi ve abisiyle beraber yaşayan Hiro'nun tek hayali, abisinin de öğrencisi olduğu üniversiteye girerek birbirinden harika robotlar yapmaktır. Üniversite, bir yarışma düzenleyerek en güzel robotu yapan genci, öğrencisi olarak kabul edecektir. Bunu duyan Hiro, mükemmel bir düzenek hazırlar ve yarışmaya katılır. Yarışmayı kazanır ama o gece çok talihsiz bir olay olur ve üniversitede yangın çıkar. Hem düzeneğini hem de çok sevdiği birini kaybeden (spoiler vermiyim) Hiro, hayata karşı tüm inancını kaybetmiştir. Bu sırada abisinin üzerinde çalıştığı Baymax adlı robotla tanışan Hiro, tekrar heyecanını kazanır. Ya o Baymax ne tatlı, ne yumuş bir robottur öyle sarılasım geldi izlerken. Keşke benim de öyle bir robotum olsa :( Efendim işte öyle böyle derken, Baymax'in ve arkadaşlarının yardımıyla yangında kaybettiği düzeneğinin peşine düşen Hiro'yu aksiyon dolu zamanlar beklemektedir. Big Hero 6, 2015 yılının En İyi Animasyon Filmi dalında Oscar ödülünü almakla beraber, şuan IMDb'de güzel bir sırada yer alıyor. Keyifli ve başarılı bir animasyon izlemek isteyenlere.


     The Hunger Games'i daha yeni izlemiş olmaktan dolayı biraz üzgünüm. Serinin ilk filmi, beni resmen hop oturtup hop kaldırdı. O kadar gerildim ki özellikle son sahnelerde. Konusunu bilmeyen yoktur, anlatmaya gerek yok. Gerçekten bu kadar büyük ilgi görmesinin haklı bir sebebi varmış. İzlemeyen varsa şiddetli önerilerimden.








     Hayranlıkla izlediğim Julianne Moore'un yeni filmini Digitürk'te gördüğümde baya heyecanlanmıştım. Sıra buna geldiğinde büyük bir merakla izledim ama benim için büyük bir hayal kırıklığı oldu :( Linda, bir lisede İngilizce öğretmeni olarak çalışmaktadır. Hiç evlenmemiş ve baya da bir yalnız olan Linda'nın hayatı, önceden öğrencisi olan Jason'ın çıkagelmesiyle bir anda renklenir. Üniversiteden avukatlık okuduğunu (sanırım avukatlıktı, tam hatırlayamadım) ama hiç mutlu olmadığını, bir tiyatro oyunu yazdığını söyler. Bunu duyan Linda, Jason'ı cesaretlendirir ve oyunu bitirdiği zaman okulda sergilemeyi teklif eder. Kabul eder etmesine ama okul yönetimi oyunun sonu dahil bir çok noktasına müdahele eder. Bunun oyununa zarar verdiğini düşünen Jason, olaydan hiç mutlu olmaz. Bu sırada tabi Linda ile aralarında yaş farkı olmasına rağmen uygunsuz olaylar da gerçekleşir. Bunca şeyin üzerine her iki tarafın da hayatı alt üst olur. Biraz sıkıcı olsa da süresi kısa olduğu için Julianne Moore sevenler belki izleyebilir.


     Her yerde Christmas ruhu dolaşırken izlediğim çerezlik bir filmdi. A Royal Christmas. Emily, babasının yanında çalışan bir terzidir. Erkek arkadaşı ise dünyalar yakışıklısı (öhö öhö) Leo'dur. Noel yaklaşırken, evine gidip ailesiyle yeni yılı karşılayacığını söyleyen Leo'nun, Emily'e açıklaması gereken bir şey vardır. Yaşadıkları yerde Leo, bir prenstir! Vay vay vay. Baya şanslısın kız Emily. Neyse efendim, Leo ile birlikte prensi olduğu kente giderler. Orada onları cadı mı cadı bir anne bekliyordu. Kendisinin bu kraliyet ailesine yakışmadığını, yaptığı her etkinlikle kızın gözüne sokar. Leo'da pısırık pısırık bi şey yapmaz. Emily, en sonunda kaynanasına hak verir ve evine geri döner. Yaptığı her şeyden pişman olan kaynana (kadının da adını kaynana koyduk iyi mi?), müstakbel gelinini bakalım  geri getirebilecek mi?) Aşırı ama aşırı klişe dolu olan film, yalnızca Christmas ruhu beni kandırdı. Çok izlemeniz lazım değil yani:D



Sonuna kadar okumayı başaranlara çok teşekkürler. İzledikleriniz varsa benimle aşağıda yorumlarınızı paylaşırsanız çok sevinirim. Hepinize güzel bir hafta diliyorum. Görüşmek üzere!


1 yorum:

NELER İZLEDİM #46

10:00 merababenseda 0 Comments



Merhaba herkese. Bazen düşünüyorum da, ileride bi çocuğum olursa (fazla ihtimal vermiyorum), blogumu okur mu acaba? Okursa annem neler saçmalamış mı der, yoksa o da kendine izlenecek filmler seçer mi? Bu soruların cevabını bulursan yavrum, buraya yorum bırak :D Ah şu Boyhood yüzünden duygusalım yaa, neyse biz yazıya başlayalım.

     2014 yapımı Boyhood'u duymayanınız yoktur diye düşünüyorum. Gerçi ben de daha yeni izledim ama Oscar zamanı çok olumlu yorumlarını okumuştum. Richard Linklater'in hem yönetmenliğini hem senaryosunu üstlendiği film, tam 12 yıllık bir serüvene çıkarıyor bizi. Ama bu gerçek 12 yıl. Yani başroldeki Mason, küçük bir çocukken çekimlerine başlayan film, Mason'un ergenlik çağlarında son buluyor. Çok dahice bir fikir değil belki, bir çok insanın aklına gelmiş olabilir ama yönetmenin cesareti ve senaryodaki muhteşemlik helal olsun dedirtiyor. Annesi ve babası boşanmış Mason, annesi ve ablasıyla beraber yaşamaktadır. 12 yıllık süreçte hem kendi hayatındaki değişimler hem aile fertlerindeki değişimler sizi hiç sıkmıyor. Baya herhangi birimizin hayatı gibiydi. Süresi oldukça uzun olan bu filmin, bir haftasonunuzu ayırarak tadını çıkarmanızı tavsiye ediyorum. Çok keyif alacaksınız. Samimi, değişik bir seyirlik arayanlara.

İLGİNÇ BİLGİLER
* Mason'ın ablası rolündeki Samantha, yönetmen Linklater'in kızı. Film çekimlerine çok hevesle başlasa da, son yıllara doğru pek hevesi kalmamış. Ama kızım yani baban orda sanat yapıyor, sen bir havalar. Ne demek sıkıldım?

* Filmin 12 yıllık çekimleri süresince eğer yönetmen Linklater ölseymiş, filmin yönetimini Ethan Hawke üstlenecek şekilde anlaşmışlar. Bu arada Ethan Hawke filmde Mason'ın babası rolünde. O da baya bi yaşlanıyor. Üzülüyorsunuz. Kızlar :(

* Film başladığında başroldeki minnoş Mason 7 yaşında, bittiğinde bıyıklı ergen 19 yaşında oluyor.

* Yönetmen, Mason'ın annesi rolündeki ve bu rolüyle Oscar'ı kucaklayan Patricia Arquette'den bu süre içerisinde hiç bir estetik operasyon geçirmemesini istemiş. Büyük bir özveri kız aferin sana.

     "Bir hayalim var" sözüyle tarihe geçen Martin Luther King'in biyografisi de sayılabilecek Selma, 2014 yapımı bir film. Luther King, kendisi gibi siyahi olan insanların seçme ve seçilme hakkına sahip olabilmeleri için büyük bir direniş başlatır. Bu süreçte zamanın ABD başkanı Lyndon Johnson'ı ikna etmek için çok uğraşır. Tek istedikleri eşit oy hakkı olan, ırkçılığa karşı olan insanlar Luther King'in en büyük destekçisi ve cesaret vereni olmuş. Eğer bu aşağılayıcı ırkçlığa karşı gelen yasayı imzalamazlarsa, King'in önderliğinde bir çok siyahi ve destek veren beyazlar Alabama'nın Selma kentinden Montgomery'yi kadar yürüyeceklerdir. Bir çok yürüyüş denemesi olur, hatta bazıları oldukça kanlı biter ama King hiç vazgeçmez. Film, yayınlandığı yıl oldukça ses getirmiş ve iki adet de Oscar adaylığı bulunmakta. En Özgün Müzik dalında John Legend'in seslendirdiği "Glory" filmiyle Oscar'ı kucaklayan filmin siyahi ve üstelik kadın olan yönetmeni Ava DuVernay da kariyerinde önemli bir basamak atlamış bu filmle. Onun dışında King'e hayat veren David Oyelowo efsane bir oyunculukla ağzınızı açık bırakacak. Okuduğuma göre yıllardır bu rol için bekliyormuş! Oprah Winfrey'i de izleyeceğiniz bu başarılı direniş öyküsünü mutlaka izleyin. Cesaret ve haklılık dolu başkaldırışları sevenlere.

     21 Tapaa Pilata Avioliitto, yani diyor ki Bir Evliliği Mahvetmenin 21 Yolu. Çok kötü bir filmdi yani hiç keyif almadım ama yine de bir kaç cümle yazalım madem. Afişte anlamsız bir poz verdiğini gördüğünüz kızımız üniversitede hocadır ve bir araştırması gereği düğünlerinden itibaren röportaj yaptığı çiftlerle, evlilikten sonra da görüşür ve nelerin değiştiğini filan konuşurlar. Sadece bunu anlatsaydı amenna ama yani olay nerelere nerelere gitmiş. Bir de şuna değinmiş, mahvetmenin 21 yolu varsa, aşık olmanın da 21 yolu vardır. Değinememiş gerçi, beni aşktan soğuttu :D Ay kötü bi filmdi, izlemeyin sakın, tavsiye etmiyorum.
     2014 yapımı, başrollerinde Channing Tatum, Mark Ruffalo ve uzun bir süre onun olduğunu anlamadığım Steve Carell'ın olduğu Foxcather filminde sıra. Güreş sporunun etafında gelişen ağır bir dram olan film, 5 dalda Oscar'a da aday olmuş. Gerçek bir olaya dayanan filmde Mark Schultz aslında çok yetenekli ama doğru düzgün para kazanamayan, yalnız yaşayan bir güreşçidir. Abisi David ise evli ve çocukludur, ayrıca kardeşinin de antrenörlüğünü yapmaktadır. Bir gün ünlü bir işadamı olan John du Pont'tan bir davet alan Mark'ın hayatı bu saatten sonra değişecektir. Yaşadığı şehirde yeni bir güreş takımı kurmak ve bu takımı da olimpiyatlara hazırlamak isteyen du Pont, Mark'ın bu takımın başına geçmesini ister. İlk başta her şey normal giderken, çıkarların çatışması yüzünden takımın başına Mark'ın ağabeyi geçer. Filmin sonu çok ama çok acıklıydı. Sıkılırım sandığım filmden büyük keyif aldım. Başarılı bir gerçek hikaye izlemek isteyen isteyenlere.

     2015 yılına tartışmasız damga vuran, sanat ve ego ile ilgili sinema tarihine adını altın harflerle yazdıran Birdman! Riggan, yıllar yıllar önce çok ünlü bir aktördür ama artık o şan şöhret kalmamıştır. Bu sebeple Broadway'de hem yazıp, hem yönetip hem de oynadığı tiyatro oyunu onun için ölüm kalım meselesi haline gelmiştir. Çekimler sırasında oyunculardan birinde değişiklik yapmak zorunda kalırlar ve Edward Norton devreye girer. Onun da vurdumduymaz bir oyuncu olduğunu göz önünde bulundurursak, provalar ve tiyatronun galası büyük kargaşa içinde geçecektir. Film, değişik bir çekim tekniğiyle çekilmiş. Sahneler sanki tek sekansta gerçekleşiyor gibi. Yani hiç durmadan filmi çekmişler gibi. Ama bunda başarılı yönetmen Inarritu'nun dahiliği konuşmuş. Film, harika oyunculuklar ve değişik bir kurguya sahip olmakla beraber bende büyük bir keyif yarattı. Ama sorup yorumlaştığım bir kaç arkadaşım sıkıldıklarını ilettiler :/ Bilemiyorum artık. Sanat, egoizm, baba kız ilişkisi ve küllerinden yeniden doğmaya çalışan bir oyuncunun hayatına tanık olmak isteyenlere.

Bence hakkımı yemeyelim, bu sefer güzel filmler katmışım heybeme. Siz neler düşünüyorsunuz yazdıklarımla ilgili yorum bırakırsanız çok sevinirim. Tekrar görüşmek üzere, hoşçakalın.


0 yorum: