NELER İZLEDİM #29

10:00 merababenseda 4 Comments



Sadece Brad Pitt ve O'nun o dehşet gülümsemesiyle de karşılayabilirdim sizi ama, ahh şu Gwyneth, kandırdı beni sarı çiyan. Ne güzel bir kare değil mi sevgili okur? Merhaba bu arada, çok özledim sizi. Konuşacak çok şey birikti. Ve aşırı enerjiğim. Bakalarım neler dökülücek ağzımdan :) Buyrunuz, sohbetimiz başlasın.

     Film izlemeyi bir yaşam biçimi olarak kabul etmiş :D çoğu insanın hayatından geçmiş bir film sanırım Seven. O kadar çok karşıma çıkıyordu ki, hep de erteledim. Ama artık zamanı gelmişti. Gone Girl'le son yılların altın vuruşunu yapan David Fincher'ın küllerinden doğduğu söylenen film 1995 yapımı. Bir adet emekliye ayrılmak üzere olan ama son işini almış bir dedektif olan Somerset, bir adet de oldukça çılgın, 2 dakika sonrasını düşünmeyen deli dolu dedektif Mills'imiz var. John Doe tarafında işlenen peşi sıra cinayetleri çözmek ikisinin görevidir. Farkettikleri nokta, her cinayetin nedeni, ölen insanların 7 büyük günahtan birini işlemiş olmasıdır. Ama hepsi, kendi günahlarını işleyerek ölüyor. Mesela açlık. Çok şişman olan bir adam öldürülür. Adam çok yemek yemeye zorlanıyor ve ölüyor. Çok ilginç değil mi? İşte böyle böyle zincirleme devam ediyor olaylar. Filmde sürekli yağmur yağıyor. Çok ama çok kasvetli bir ortam. İçinizi ısıtıcak tek şey Brad'in gülüş... ay ne diyorum ben :D Katil kim diye çok merak ediyorsunuz onu söylemem gerek. Kim olduğunu söyleyip tadını kaçırmiyim ama, eyyy adam o nasıl bir oyunculuk! Mutlaka izlemişsinizdir. Ama izlemediyseniz, hazır havalar da soğuk ve kasvetliyken bi izleyin. Benim mesela tekrar izleme gibi bi planım var.

SEVDİKLERİM

* Bir pazarlama stratejisi olarak, oldukça ünlü bir oyuncunun canlandırdığı katil, afişte ve trailerlarda kesinlikle yer almamış. İlk olarak filmi izleyerek öğrenmiş seyirciler! 

* Film bitişinde cast, her zaman olduğu gibi aşağıdan yukarı değil, yukarıdan aşağıya doğru akıyor. Bu Stoker filminde de vardı. O filmle ilgili zırvaladıklarım için de şuraya bi tıklayabilirsiniz. Farklı.

* Gwyneth Paltrow'un 23 yaşındaki duru güzelliği! Bizde güzele güzel denir. Hiç kıskanmam. 

IMDb sırası ve puanı : 355 - 8.6

     Çağan Irmak'ın filmlerini sanırım seviyorum. Çok bi numarası olmasa bile izletiyor kendini. Bu da Türk sineması kıstasım için şuan yeterli. Demet Akbağ ve Yetkin Dikinciler'in başrollerinde olduğu film, buram buram yaz kokuyor. Demet Akbağ'ın oyunculuğunu çok beğeniyorum. Böyle şey, yaşıyor gibi oynuyor. Tabi biraz yaşlandı artık. Ama oynuyor kadın. Konusuna gelelim. Eşini yeni kaybeden Nadide, bir torunu ve yetişkin iki çocuğu olmasına rağmen, evlendiği için zamanında yarım bıraktığı üniversitesine geri döner. Bölümü de su ürünleri mi neydi öyle bi şey. Derler kapsamında araştırma yapmak için sinirli bir kaptanı olan gemiyle denizlere açılırlar. Ve olaylar gelişir. Güzeldi yani, yer yer duygulandırdı da. Artık vizyonda değil ama tv de kesin verirler. Denk gelirseniz izleyin.

IMDb puanı : 6.7


     Hiç izlemeye yeltenmeyeceğim bir film türü sanırım Looking For Eric. Ama Deep tavsiye eder de izlemez miyim? İzledim. Eric, hayattan soğumuş, en dibe inmiş, postacı bir abimizdir. Üvey evlatları ile beraber yaşayıp, onların sorunlarıyla filan uğraşmaktadır. Bir gün hayalinde ünlü futbolcu Eric Cantona'yı görür. Ama baya kanlı canlı karşısında durmakta. Hayattan, sorunlardan bahsediyorlar. Bir gün Eric'in başı, üvey evlatlarının biri yüzünden belaya girer. İşte bu beladan, Eric Cantona kurtaracaktır kendisini. Diğer yandan iş arkadaşlarıyla olan bağlılıklarını da çok sevdim. Ne biliyim, o şişman abi çok tatlıydı bence. Çok babacan :D Neyse, ben Eric Cantona'ya daha önce hiç rastlamadım sanırım. Emin değilim. Yer yer O'nun efsanevi gollerinin görüntülerine de yer verilmekte. Ayrıca Cantona çok tipsiz olmakla beraber, acayip karizmatik, allah günah yazmasın. Deep'in de dediği gibi, gündelik bir hayat hikayesi. Çok çabuk sıkılan biri değilseniz, akşam yemeğini hazırlarken bi yandan izlenesi.

IMDb puanı : 7.2


     Woody Allen'dan bir sağa bir sola karışmadan duramayan, birbirinden farklı bi çok tadı damağınızda bırakan bir film. Açılışı kocası tarafından aldatılan yaşlı bir hanımefendinin falcıya gidip ondan medet ummasıyla yapıyoruz. Ordan annesi gibi evliliğinde ve işinde dikiş tutturamayan kızına geçip, yazarlıkta bir türlü istediği başarıyı elde edemeyip karşı apartmandaki kırmızılı kadını her gün gizlice izlemekten kendini alamayan damadına geçiyoruz. Benim en sevdiğim kısımlar sanırım aldatan yaşlı koca rolündeki Antony Hopkins'in yeni çıtır sevgilisinin olduğu yerlerdi. Aman allahım bu kadar mı salak, saf, para manyağı, sıfır kültürlü bir kadın olabilir. İngiliz aksanıyla beraber karışınca beni çok eğlendirdi. Spor salonundaki bölümler hele efsane :D Bu arada Antony dedim, Hopkins dedim, kalp atışlarınız hızlandı mı? Ben çok severim kendisini de. Çok uzatmiyim, keyifli, su gibi akan, derdini güzel anlatan, gerçi çok da bi derdi olmayan bir film. Güzeldi, izlenesi. İlginç de bi bilgi not düşiyim: Yönetmen Woody Allen, usta oyuncu Antony Hopkins'in filmde oynamayı kabul edeceğine hiç ama hiç ihtimal vermiyomuş. Oynamış, çok da iyi güzel oynamış.

IMDb puanı ve sırası : 6.3 - 4268


     Şu filmi ucundan kıyısından da olsa izlemeyen yoktur sanırım. Televizyonda ne kadar sık verirlerse versinler, yeşilçamın o sırrı çözülemeyen "izledikçe bıkmama" olayı burda da geçerli. Kemal Sunal'ın hayat verdiği Seyid karakteri, bir apartmanda çekirdek ailesiyle beraber yaşayıp, kapıcılık yapmaktadır. Hem apartmanın hem de sakinlerinin kahrını çeken Seyid efendi, apartmana hırsızlık yapmak için taşınan bir kadın ve bir erkek sayesinde hayatına az da olsa renk katar. Apartman yöneticisi kılıbığın teki, o istifa edip yerine geçen adam kurallarına sıkı sıkıya bağlı huysuz. Seyid bunlarla uğraşırken bi de karısı hamile olduğunu öğrenmez mi! " Karının üstüne ceketimizi atsak hamile kalıyor doktor " diyerek, esaslı kahkahalar attıran Seyid, tüm bu zorlukların üstesinden gelip, iyiliklerinin karşılığını elbet alıcak! Çok çok çok keyifli, Zeki Ökten yönetmenliğinde 1976 yapımı bir film. Bir pazar kahvaltınızı yapıp, üzerine keyif kahvelerinizi içerken size eşlik etmeli mutlaka. Bana güvenin, çok keyifli. Ufak da bir sorum olucaktı: Acaba filmin geçtiği apartman İstanbul'un hangi semtinde bilen var mıdır? Aşırı merak ediyorum da :)

Daha sakin, daha barışçıl, daha kardeşçe yaşanılan bir ülke isteğiyle bitiriyorum yazımı. Kara günler çabuk biter, hepimiz yine keyiflerimize dalar gideriz de, şehit ailelerinin ateşi hiç ama hiç sönmez. İşte benim içime en çok oturan şey. Hayat gerçekten çok garip.

Mutlu Pazarlar.

4 yorum: