Ne Dinliyorum

12:00 merababenseda 6 Comments


Kalben, 2015 yılının son aylarında en güzel keşfimsin. Yemişim 10.000.000 tık alıp bas bağıran İrem Derici'yi. Seni zaten kimse keşfetmesin. Biz bize dinleyelim. 

En son TNK'de olmuştu. İlk albümlerinden beri çılgınca dinlerdim. Sonra bi Yine Yazı Bekleriz vakası olmuştu ki sormayın. Özellikle müzikte popüler kültürü çekemiyorum. Sadece siz dinleyin ama benim canım takipçilerim.

Görüşelim sonra!

6 yorum:

NELER İZLEDİM #25

10:30 merababenseda 6 Comments


Merhaba hoşgeldin! Bugün nasılsın? Ben; karşımda doldurulmayı bekleyen kolilerimle bakışarak, uzun süre internetsiz kalacak olmanın verdiği gerilimle pazar günü blogumu boş bırakmamanın derdine düştüm. Taşınıyoruz ve hayatımda ilk defa taşınıyorum :D Daha öncelerinde çocuk olduğum için her seferinde babaannemlere yollanırdım. Sonra kurulu eve gelirdim. Adeta bir prenses ^^ Şimdi uğraş bakalım Seda. Ben en değerlilerim olan kitaplarımı kolilerken, siz güzel güzel filmleri okuyun. Belki birkaç tane seçip izler, bana güzel enerjiler gönderirsiniz. 


     Kendi kulvarında sanırım oldukça fanı bulunan bir kitaptan filme uyarlama The Perks of Being a Wallflower. Başrollerde tatlılıktan ölen Logan Lerman, güzelliğini aşırı çok kıskandığım Emma Watson :( , ve ve ve hayatımın efsane filmlerinden olan We Need To Talk About Kevin 'le tanıdığım Ezra Miller var. Charlie, liseye yeni başlayan, daha ilk günden okulun biteceği günleri sayan sakin ve oldukça utangaç bir çocuktur. Bir ders sırasında tanıştığı Patrick ile kabuğunu kıran ve Patrick'in üvey kardeşi Sam ile içinizi ısıtıcak platonik bir aşka yelken açan Charlie, zaman geçtikçe kendisine güzel bir ortam yaratır. Çok küçükken kaybettiği teyzesiyle ilgili anıları, O'nu zaman zaman sıkıntıya soksa da yola bir şekilde devam eder. Burda bir sorum var. Teyzesiyle ilgili asıl öğrendiği şey neydi ya? Ben anlamadım. Bilen bi yazarsa sevinirim. Bi de mutlaka bir şans verin bu filme!

SEVDİKLERİM
* Filmde çalan şarkılar! En fes. 

     Bu filmi de daha yeni izledim ya bravo bana. Gerçi daha ne izlemediğim kült filmler var, yazsam blogumu resmen engellersiniz ama, olsun, hepsini ölmeden izlerim inşallah. Harry ve Sally, mecburi bir yolculuk sırasında tanışırlar. Daha sonra yıllarca birbirlerini görmezler. Tekrar karşılaştıklarında hayatlarında köklü değişiklikler olan bu iki insan arasında, duygusallıktan bir tık uzak arkadaşlık başlar. Biri eşinden boşanır gider diğerinin yanında sızlanır, biri sevgilisinden ayrılır gider diğerinin omzunda ağlar. Tabi kanka ayağı ... derler ya o hesap :D Aslında bizimkiler seviyormuş yahu birbirlerini! İşte bu süreçte kaçmalar, kovalamalar falan filan var. Konu basit ve net, ama günümüzde bile en romantik filmlerden biri olmayı başarmış. Tam sevgiliyle izlemelik, onu bi kenara not edin. Bi de şu meşhuuur restorandaki sahneyi, MGM Movies'te sevgili Digitürk kestiği için izleyemedim. Abartı bulanlar varmış ama, bi şey diyemiyorum. İzlenesi. Not edin.

LİSTELER
* Tüm Zamanların En İyi 50 Romantik Filmi #2 ( tık tık )
* En İyi Romantik Filmler (Time Out) #25 ( tık tık )
* En İyi 101 Senaryo (WGA) 40 ( tık tık )
* Empire 500: Tüm Zamanların En İyi 500 Filmi #90 ( tık tık )
* İzlemeniz Gereken 555 Film (ntvmcnbc) #546 ( tık tık )
* Ölmeden Önce Görmeniz Gereken 1001 Film #798 ( tık tık )
* New York Times: Görülmesi Gereken En İyi 1000 Film #965 ( tık tık )

     Michael Fassbender'ı tüm film boyunca kafasında koccaman bir maske ile izlediğimiz çok değişik bir film Frank. Jon, başarılı bir müzisyendir ve artık bir gruba dahil olup kendisini bulmak istemektedir. Soronprfbs adlı oldukça absürd bir gruba, yine çok absürd bir şekilde dahil olan Jon, tam zamanlı işinden bile vazgeçer. Her bir üyesi bambaşka karakterlere sahip olan grup, son albüm çalışmaları için şehir hayatından uzaklaşır ve bir evde çalışmaya başlarlar. Jon, bu ilginç insanları tanıdıkça kararını sorgulasa da, her yeni günle beraber yaşadıklarına hayır diyemez. Grubun baş üyesi Frank, maskeyi sadece sahnede değil, 7/24 kullanır. Bu Jon kadar sizi de delirticek emin olun. Yükselişte olan bir oyuncu için tüm filmi yüzünü kullanmadan oynamak hayli riskli olsa da, sevgili Fassbender ellerini kollarını , ses tonunu bile büyük bir profesyonellikle kullanarak, benden tam puan aldı. Ay mutlaka izleyin, çok farklı bir deneyim.

     Afişiyle bile heyecanlandıran filmleri ben baştan çok seviyorum! Seeking a Friend For The End of The World, başrollerinde hep çok güldüren ama bu filmde hüzünlendirmeyi de ihmal etmeyen Steve Carell ve o uyuzlar uyuzu şekillere soktuğu ağzıyla Keira Knightley'ı barındırıyor. Artık Dünya'nın sonu gelmiştir. Büyük bir çarpışmayla beraber yok olacak Dünya'da geri sayım başlamıştır. Bu büyük kaos içinde karısı tarafından terk edilen Dodge, evinde yalnız başına otururken sevgilisiyle kapışan Penny'i kısa bir süreliğine misafir eder. Aralarında başlayan muhabbetle beraber, Dodge beyefendinin hiç unutamadığı eski sevgilisine ölmeden kavuşmasının planını yaparlar ve yola koyulurlar. Yolda bir çok durağa uğrayıp, ortamdaki kaostan nasiplerini de alan ikili arasında çok naif bir ilişki başlar. Son sahnesiyle beni öldüren film, iyi ki izledim dedirtenlerden. Peki ya siz, dünyanın son saniyelerinde, kimin yanında olmak isterdiniz?

  
     Her zamanki gibi bir devam filmini, ilkini izlemeden izledim. Helal be bana, valla. Büyük başarı. 4: Rise of The Silver Surfer, 2007 yapımı bir fantastik film. Süper kahramanlardan oluşan 4 arkadaşımız, her zamanki gibi dünyayı kurtarma derdindedir. Her birinin çok ilginç güçleri var. En komiği kolları bacakları uzayan Reed'inkiydi. Ya bi de sen takımın beynisin. O girdiğin kılıklar neydi öyle ya :D Jessica Alba da tüm lensli ölü balık bakışlarıyla arzı endam eyliyordu. En sevdiğim kurabiye adamdı valla (Adını ben taktım. Anladınız siz). Yaani kötü değildi. Fırsat bulursam ilkini de izlerim. Sıkmadan izlenebiliyor en azından. 



Okuyan, okumayıp resimlere bakıp kapatan, yorum bırakan bırakmayan herkese çok çok teşekkürler. Biliyorum orda yüzlerce insan var ve hayatınızın birkaç dakikasına eşlik ediyor olmak harika bir duygu. Keyifli bir pazarınız, ardından güzel bir haftanız olsun. Görüşmek üzere.

6 yorum:

NELER İZLEDİM #24

15:55 merababenseda 4 Comments


Günaydın pazar severler. Pazarınız nasıl başladı, nasıl sonlandı (gün sonunda okuyanlar için) yorum bıraksanıza, merak ediyorum. Ben yine evdeyim. Bari siz gezin. Neyse efendim, iki haftadır filmlerimi yeniden bir düzene sokma derdindeydim. İzleyeceklerim, listelerim güzel güzel hazırlandı. Filmlerim şimdi sıralarını bekliyorlar. Bakalım 2015 bitene kadar başka neler izleyeceğim. Biz klasik pazar beşliğimize başlayalım yavaştan.

     Woody Allen'ın bildiğimiz çizgisinin dışına çıktığı, zamanında sinemaseverleri heyecanlandırdığı 2005 yapımı Match Point! Başrollerde Scarlett Johansson, Matthew Goode (bu şerefsizi burdan hatırlayalım :D), Jonathan Rhys Meyers falan filan var. Başarılı bir tenis hocası olan Chris, Londra'da zenginlerin bolca dahil olduğu bir spor okulunda işe başlar. Çok geçmeden Tom'la tanışıp arkadaş olurlar. Ailesine bile yavaş yavaş dahil olan Chris, Tom'un kız kardeşiyle bir ilişkiyle başlar. İşini şansa bırakmak istemeyen ve aklını kullanarak zengin olmak isteyen Chris, bu ilişkiyi hemen evliliğe taşır. Bu sırada Tom'un nişanlısı Nola ile tanışması ise, filmi tamamen başka bir boyuta taşıyor. Nola'ya aşık, karısıyla para için evlenmiş olan Chris; Nola ile Tom'un ayrılmasından sonra bakalım ne karar verecektir? Gerilim ve romantizm dolu bir film.

LİSTELER
* Altyazı Dergisi: 2000'lerin En İyi 50 Filmi #26 (tık tık)
* İzlemeniz Gereken 555 Film (ntvmsnbc) #294  (tık tık)

SEVDİKLERİM
* Kaçınılmaz cevap. Scarlett Johansson'un güzelliği! Senin yüzünden kaçımız depresyona girdik be vicdansız kadın :(

     Woody Allen ile iştahıma iştah kattığım bir hafta olmuşsa demek ki. 2013 yılını kasıp kavuran, afişini her gördüğümde "kalk kız izle" dediğim ama bir türlü fırsat bulamadığım Blue Jasmine! Zengin kocası dolandırıcılık yüzünden hapise girip, kendisine de hiç para kalmayan Jasmine mecburen üvey kardeşinin yanına San Fransisco'ya gider. Kız kardeşiyle hiçbir konuda anlaşamayan Jasmine, bu hızlı düşüşünün getirdiği psikolojik sorunlarla baş etmekte zorluk çeker. Bir yandan kız kardeşinin veletleri ve işçi erkek arkadaşı, bir yandan patronunun sapıklıkları, bir yandan parasızlık. Şimdi bu kadın napsın siz söyleyin. Gözleri her daim ağlayacakmış gibi bakan Jasmine, tekrar eski sınıfına atlayabilecek midir? Gelsin mi tekrar zengin bir koca? :D Allen'ın sınıf farklılıklarına derinlemesine baktığı mükemmel bir film. Özellikle Cate Blanchett eşsiz bir oyunculukla Oscar, Altın Küre ve Bafta dahil onlarca ödül kazandı. Kaçırmayın!

     Şu afişin tatlılığına bi bakın, sonra okumaya devam edin :) 2013 yapımı Gabrielle, Williams sendromuna sahip bir genç kızın hayatına değiniyor. Nedir ne değildir bu hastalık bilemem ama bir diğer adı "mutluluk sendromu" imiş. Sosyal herhangi bir korkuları olmayan bu insanların yüzünde sürekli bir gülümseme hali mevcutmuş. Gabrielle de onlardan biri. Kendisi gibi hasta olan insanlarla beraber bir okula gitmekte. Burada bir konsere hazırlanmaktalar. Hep beraber şarkılar türküler söylüyorlar. Afişte gördüğünüz Gabrielle ve Martin birbirlerine aşıklar (kalp kalp kalp). Herkes gibi bir hayat yaşamak isteyen bu aşıklara özellikle Martin'in annesi karşı çıkar ve Martin'i okuldan alır. Sevenleri ayırmayın allahsızlar! Bu süreçte Gabrielle'in en büyük destekçisi ablasıdır ama o da Hindistan'a sevgilisinin yanına gitme hazırlıklarında :( Çok tatlı, sakin bir film. İzlenesi.

SEVDİKLERİM
* Okulda söyledikleri şarkılar
* Gabrielle'in ablası. Çok güzel kadın maşallah :D

  
     2014 yapımı, saçma olmanın kıyısında yüzen bir film. Metropol hayatında kendine başarılı bir yer edinmiş Tess, terfi almayı umarken işten çıkarıldığını öğrenir. Beklenmedik bir anda aldığı bu haberle yıkılan kadın, işiyle ilgili bir konferansa katılmak için Porto Rico'ya gider. Hem yeni ilişkiler kurup kendisine bir iş arayıp, hem de hayatını gözden geçiren Tess, yaklaşan kasırga nedeniyle orada mahsur kalır. Bu sırada yakışıklı ve cool bir adam olan Carter'la tanışır. Yaaaaani, eh işte. Kafa dağıtmalık, sıradan bir film. Kötü değil ama aşırı da harika değil.


     Tüyleri diken diken eden çok başarılı bir film The Square (Al Midan). 2011 yılında Mısır'da yönetime karşı başlayan isyanın tam ortasından izlediğimiz bir yapıt. Adeta bir diktatör olan Hüsnü Mübarek ve onun zihniyetine karşı başlatılan başkaldırı çok ateşli devam eder. İstediklerini alırlar ama bitmez yaşanan acılar. Sadece Mübarek devrilmiştir. Onun zihniyetine sahip insanlar yine devrededir. Hem bunlarla uğraşılır hem Müslüman Kardeşler'le. Olayı yolundan saptıran bir grup olan Müslüman Kardeşler'le de bambaşka bir savaş başlamıştır. Derken Muhammed Mursi gelir başa. Sadece insanca yaşamak isteyen insanların yıllarca verdiği bu savaş sonuca ulaşacak ve Tahrir Meydanı zafer çığlıklarıyla inleyecek. Sık sık Gezi Parkı olaylarını hatırlatan efsane bir yapıt. 86. Oscar Ödülleri'nde En İyi Belgesel dalında aday olan bu efsaneyi mutlaka listenize ekleyin.


Herkese sağlıklı bir hafta diliyorum. Mutlu keyifli filan demiycem, önce sağlık! Hepinizi kucaklıyorum. Seviyorum...

4 yorum: