NELER İZLEDİM #54

23:47 merababenseda 2 Comments



Herkese merhaba! Bloguma hoşgeldiniz. İlk defa geliyorsanız ben Seda. Her postumda size izlediğim 5 filmden bahsediyorum. Konuya çok fazla odaklanmadan, bende yarattığı hisleri aktarmaya çalışıyorum. Blogumda spolier a yer yok :) Haydi bu haftanın beşliğine başlayalım.

     2009 yapımı My Sister's Keeper çok derin ve ağlatma garantili bir film. Başrollerinde Cameron Diaz ve Little Miss Sunshine ile parlayan Abigail Breslin var. Şimdi efendim; Sofia adlı tatlı bir kızımız var ve kendisi küçük bir yaşta kansere yakalanıyor. İyileşme şanslarından biri, malumunuz ilik nakli. Ama ne annenin ne babanın ne de erkek kardeşinki tutmuyor. Annemiz Sara da hemen hamile kalarak, kızını yaşatmak için uğraşıyor. Napsın işte, anne. Bi de bu yeni doğan kıza daha küçüklükten birsürü ilaç tedavisi, operasyonlar filan uyguluyolar. Şartlar daha da elverişli olsun diye heralde. Derken bi gün bu minik kız, beni sırf bu yüzden dünyaya getirdiler, vermiyorum ilik filan diyip ailesine dava açıyor! Annesi de avukat. Öyle böyle derken, hasta kızımızın hastalık sürecinden, ilk aşkından, ailede yaşananlardan sahneler izliyoruz. Öküz gibi ağladım çok afedersiniz. Ama kardeşlik ne güzel şeymiş, harika anlattı. Bide çocuklar hasta olmasın nolur Allahım, resmen çaresizlik :( Kitaptan uyarlama bu arada film. En kısa zamanda alıp okuyacağım.

     Benim "yaşayan film" diye tabir ettiğim, 2015 yapımı harika bir filmle tanıştırıcam sizi. Sri Lanka'da iç savaş var ve insanlar artık oradan göç etmenin derdinde. Aileniz varsa göç edebiliyosunuz ama. O yüzden Yalini adlı genç kızımız Dheepan ve Illayaal adında bir adamla bir kızı katıyo peşine, büroya diyoki bu kocam bu kızım, hadi bizi yolla. İanıyolar bunlara, Fransa'ya doğru yola çıkıyolar. Orda Dheepan kendine bi apartmanda kapıcılık görevi buluyo. Ev de veriyolar bunlara. Yalini de hasta ve yaşlı bi adama bakıyo hergün. Kızcağız da okula gidiyo, Fransızca filan öğrenip bunlara yardım ediyo. O arada etrafta tabi çakal çok. Yalini de güzel kadın. Bikaç bi olaylar oluyo. Sonra tabi ateşle barut da yan yana durmuyo; Dheepan'la Yalini arasında bi kıvılcımlar filan. Ama bunları rahat bırakmıyo pislik Fransız gençleri. Olaylar olaylar. Yalini'nin gelgitleri var biyandan. Bence çok çok iyi film,boş bi film değil bi kere. Filmin bi derdi var, belli. İzlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum. 

     Bu filmle ilgili kötü yorum yapanı Allah taş edebilir bence. 3 Oscar ödüllü 12 Years a Slave'i daha yeni izlemiş olduğum için özür diliyorum herkesten. Konumuz şöyle; Solomon Northup, New York'a eşi ve iki kızı ile yaşayan bir kemancı abimiz. Bi gün iki adam buna gel biz sana iş bağlicaz der, bu da inanır gider. Para lazım çünkü. O dönemlerde de zencileri kaçırıp köle yapmak meşhurmuş. Ay bizim Solomon'ı da kaçırıveriyolar. Sonra satıyolar bikaç yere. Adam resmen bi gecede köle oluyor. Ama yıllarca kaçabilmenin en zekice halin düşünüyor. Zalim de bi sahibi var, şerefsiz herif. Oynayan da Michael Fassbender aşırı severim. Şerefsizlik yakışmıştı :D Bu filmin en parlayan yıldızı da sanırım şey oldu, Lupito. Hani şu kısa saçlı zenci tatlı kız. Oscar aldı hatta buradaki rolüyle. Cidden güzel oynadı kız, o kırbaçlanma sahnesi zaten, ekrana bakamadım. Allahım sen büyüksün. Güzel film güzel, izlemediyseniz hala ön sıralara çekin.

     Ay peki E.T. 'yi yeni izleyişim? Steven Spielber Bey beni affedin. Sizi de severim aslında neden böyle oldu anlamadım, neyse. Şimdi baya eskilere, 1982'lere gidiyoruz. Elliott; annesi, küçük kız kardeşi ve abisiyle yaşayan minik bi kardeşimiz. Birgün evlerinin garajında bir uzaylı bulur. Ne kadar da normal bi şeymiş gibi anlatıyorum :D Buluyo işte, napiyim. Sonra bunu alıyo eve sokuyo. Odasında gizliyo. Önce abisine, sonra kız kardeşine gösteriyo. Adını da E.T. koyuyolar. E.T. de kıyamam, kötü bi uzaylı değil. Tatlış tatlış takılıyo onlarla. Odada gizleniyo sürekli, arada salona iniyo ama anneleri görmüyo allahtan. Sonra bi şekilde çıkıyo ortaya, öğreniyo herkes. Elliott ve kardeşleri salya sümük, istemiyolar gitmesini ama... Ben açıkçası vaaaov harika demedim filme. Baya sıradandı. Belki yayınlandığı dönem için güzel bir film olabilir ama, beni derinden yaralayan bir film olmadı. Öyle yani. Bu kadar.


     Vizyonda izlediğim bir başka Jack Sparrow macerası, Pirates of the Caribbean : Dead Men Tell No Tales. Maalesef dublajlı izledim, moralim bozuk. Ama 3 boyutlu izledim, ordan kurtardı biraz. Jack şapşiğini sahalara tekrar döndüğü bol aksiyonlu bir filmdi. Konusunu uzun uzun anlatamicam. Yine bi intikamlar, birini bana canlı getir sana canını bağışliyimlarlı bir Karayip Korsanları idi. Bence Jack Sparrow'un sahnesi çok azdı, daha fazla olabilirdi. Onun haricinde serinin en iyisi değildi belki ama, uzun zaman sonra iyi geldi. Vizyonda son günleri olabilir. Beyaz perdede izlemek isteyenler, Sparrow hatrına kaçırmasın.




İşte bu kadardı. Haftaya yepyeni bir yazıyla buralarda olacağım. Hepinizi yorumlarınızla birlikte bekliyorum. Görüşmek üzere :)

2 yorum:

  1. Merhaba, tesadüfen blogunu keşfettim ve çok sevdim. My Sisters keeper'da ben de çok ağlamıştım .Hem de ne ağlamak. Dheepan'ı izlemedim hatta duymamıştım ama çok dikkatimi çekti.
    Sevgiler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba,

      Ne iyi olmuş o zaman hoşgeldin Ezgi, beğenmene çok sevindim.

      My Sisters Keeper da sanırım hepimiz derbeder olmuşuz :(

      Dheepan'ı mutlaka öneririm, bakmalısın.

      Yine beklerim, hoşçakal :)

      Sil