NELER İZLEDİM #50

10:00 merababenseda 0 Comments


Merhaba herkese. Baharın gelişiyle beraber üzerimizdeki ağırlık kalktı, sinemalara daha çok gider olduk, film izleme heyecanımız arttı biliyorum. Bende öyle oldu en azından. Yazıp konuşacak o kadar çok film var ki. Kendime bir plan çıkardım, hepsi ara açılmadan yazılacak. Hazırsanız Neler İzledim serimizin 50. sine başlayalım.

    Bu afişi görmeyip, Sunshine Cleaning adını duymayan da yoktur heralde. Benim neredeyse her yerde karşıma çıkıyordu. Ama inanın şu afişteki iki kişinin Emily Blunt ve Amy Adams olduğunu hiç düşünmemiştim. Filmi izlemeye karar verdiğimde bi şaşırdım. Ben normalde bildiğiniz gibi (bilmiyosanız söyliyim) filmin oyuncularını, konusunu pek kurcalamam. Puan ve listelerle ilerlerim. Neyse efendim; Rose, kocasından ayrılmış, oğluyla beraber yaşayan yalnız bir annedir. Gizlice seviştiği evli bir polis sevgilisi vardır. Bir gün bu adam dünyanın en pis işini teklif eder Rose'a. Cinayet mahallerini temizlemek! Yalnız pis filan ama çok iyi kazanç sağlayacaktır. Yanına kardeşi Norah'ı da alır ve yavaş yavaş iş almaya başlarlar. Sıfırdan bi şirket kurmanın hayalleriyle beraber, gittikleri olay mahallerindeki hikayeler de birleşir. Fakat işler biraz da olsa rayından çıkar. Toparlamak zor olucak gibi! Ben keyifle izledim, bi kere konusu değişik hakkını vermek lazım. Oyunculuklar filan apayrı güzeldi. Bence izleneceklerinize ekleyin. Farklı bir konu arayanlara.

bu aşk fazla sürmez
     Yine pek fazla insanın izlemediği, kıyıda köşede kalmış bir film var sırada. I Give It a Year. 2013 yapımı bu filmde, birbirlerini severek evlenen bir çiftimiz var. Nat ve Josh. Aslında her şey çok iyi gidiyordur başta ama etraftaki herkes en fazla 1 yıl sürüyor canlarım bu evlilik dedikleri şey diyince, içlerinden bi sorgulamaya başlıyorlar. Evin içindeki sorunlar, birbirine katlanamamalar filan artınca soluğu evlililik terapistinde alırlar. Bu süreçte, hanım kızımız işi gereği çok yakışıklı ve zengin bir abiyle tanışır. Durduk yere yanlış işlere bulaşır anlayacağınız. Josh ise, yani koca kişisi, zamanında çok sevdiği eski sevgilisi ile tekrar vakit geçirmeye başlar. Aslında artık iyi birer arkadaşlardır ama, eski sevgiliden de arkadaş olunmayacağını biraz kanıtladılar sanki. Ben özellikle filmin sonunu çok sevdim. Yani bu kadar mı rahat olunur, bu kadar mı içinden gelen ne varsa söylenir, helal olsun. Film hem çok komik hem içinde kendinizi ve zamane ilişkilerini sorguladığınız noktalar bolca mevcut. Kısacası; biriyle evlendiniz, körkütük alık oldunuz diye, ömrünüzün sonuna kadar onunla ve katlanamadığınız huylarıyla yaşamak zorunda değilsiniz! Güzel müzikli ve farklı pencereden bakan bir film arayanlara.

victoria
        Uzun zamandır Victoria kadar beni doyuran bir film izlememiştim. Baya anlatacaklarım var bu filmle ilgili. Şimdi ben 2015 yılında filan duymuştum, Almanlar bi film çekmiş ve film plan sekans. Hem de 2 saat 20 dakika! Plan sekans ne derseniz, filmde hiç montaj yok. Yani kamera bi başlıyor ve film bitene kadar asla kapanmıyor. İnanılmaz bir şey gerçekten. Neyse 2 yıl sonra izlemek nasip oldu. Başlıyorum anlatmaya. Victoria, Berlin'e çalışmaya gelmiş bir kızımız. Aslında work and travel gibi bi şey yapıyor. Tam o olmasa da. Film gece Victoria'nın bir barda tek başına dans etmesiyle başlıyor. Sonra bisikletine binip evine gitmek için bar dışına çıkıyor. Ama 4 adet Alman genci kendisini takip edip, bir takım şebeklikler yapar. Sohbet, muhabbet, şakalar filan derken Victoria bi anda geceyi onlarla sokakta geçirmeye başlar. Bir bakkaldan (Bakkal Türk'tü bu arada :) Asın bayrakları) bira çalıp takılırlar. Sonra Victoria saat geç olunca çalıştığı kafeye gidip biraz uyumak ister. Sonrada işe başlayacaktır. Sonne de onunla gelir. Bi anda ne olduysa hepsi kendilerini bir soygunun ortasında bulur. Ama soygunu onlar yapacaktır :( Allahım nasıl gerilimli sahnelerdi anlatamam. Hele sonrası, o kadar yoruldum ki izlerken. Bi de kamera hiç kapanmadı ya, kızın gözleri filan şişti yorgunluktan. Resmen filmi yaşadım. Mutlaka ama mutlaka izlemelisiniz. Şimdi aşağıda filmle ilgili ilginç bilgileri de paylaşıcam. Merakınız biraz daha artsın.

İLGİNÇ BİLGİLER

* Yukarıda da dediğim gibi film plan sekans. Yani 134 dakika boyunca kamera hiç kapanmıyor.
* Film tam 3 kere çekilmiş. En son üçüncüsünde karar kılmışlar.
* Filmin senaryosu sadece ve sadece 12 sayfa.
* Filmi çekmek tabii ki kolay olmamış. Yaşanan en büyük talihsizliği de iyi kotarmışlar. Şöyle ki; bir sahnede Victoria araba kullanıyor. Yanlışlıkla film ekibinin olduğu sokağa giriyor. E kamera da arabada kabak gibi yolu çekiyor. Neyseki arabadaki soygun arkadaşları yanlışlığı farkedince daha kamera çekmeden rol yapar gibi panikleyip kızı uyarıyolar. O arada kameraman da çok doğal bi şekilde arabada eğilip kamerayı havaya kaldırıyo. Victoria da hemen geri vites yapıp sokağı terkediyor. Düşünsenize, kameranın ekibi çektiğini! Önceki sahnelerin hepsi çöp!
* Gece Victoria ile takılan gençlerden biri Türk'tü bu arada. 

stajyer
      Hayatınızda hiç 70 yaşında bir stajyer gördünüz mü? 2015 yapımı The Intern ile görebilirsiniz. Çok bunaldığım bi akşam, kafamı dağıtmak için izledim ben de. Jules, genç bir kadın girişimcidir. Online bir kıyafet alışveriş sitesi sahibidir. Her şeyiyle yakından ilgilendiği bu iş, kadının hayatı olmuştur artık. Tam bir işkolik! Pek sevgili Robert De Niro ise tatlı mı tatlı bir stajyer olarak yer alıyor bu filmde. Eşini kaybedip ardından da emekli olduktan sonra emeklilik hayatına bir türlü alışamaz. Jules'un firmasında yaşlılar için bir stajyer kadrosu açıldığını duyunca hemen başvurur. Kabul de edilir. Bundan sonrası bu yeni ve oldukça teknolojik dünyaya De Niro'nun adapte olma çabası ve Jules ile arasında yaşananlardır. Aşk değil tabii ki, aralarında çok güzel bir dostluk başlar. Aslında Jules en başta bu yaşlı adamla çalışmak pek istemez ama Onun yol gösterişleri, akıl verişleri, desteği o kadar iyi gelir ki, artık yeni asistanı olmuştur bile. İlk başlarda her stajyer gibi işsizlikten sıkılan Ben, sonraları gençlerin dağıtıp bıraktığı masaları toplar, dosyaları düzeltir, Jules'a özel şoförlük yapar, sabahları kahvesini getirir, hatta ve hatta çocuğuna bile bakar:) Samimi, kaliteli oyunculuklar ve keyifli bir hikaye izlemek isteyenlere.

aç kalpler
     Yine beni dumurlara uğratan bir film. 2014 yapımı Hungry Hearts. Aman Allahım ne filmdi! Başrollerde kariyerinde hızlı bir ivme kazanan Adam Driver ve Alba Rohrwacher (bakmadan yazdım!) yer alıyor. Konumuz ise şöyle: Jude ve Mina bir cafede tuvalette kilitli kaldıklarında tanışırlar ve bir daha da ayrılmazlar. Evlenir ve çok geçmeden de anne baba olacaklarını öğrenirler. Buraya kadar sıkıntı yoktur. Her şey bebek doğduktan sonra başlar. Hamileliği sırasında bir medyumdan çocuğunun özel bir çocuk olacağını duyan Mina, tuhaf davranmaya başlar. Çocuğunu emzirmenin dışında vegan olarak besler. Bebeğe asla doğru düzgün yemek vermiyor, doktora bile götürmüyor kadın çıldırdım yerimde ya. Jude ise işin böyle olmayacağını anlar ve gizlice bebeği doktora götürür. Çocuk doğru düzgün gelişmemiş tabi. Doktor hemen bebeğin yüksek proteinli gıdalar yemesi gerektiğini ve düzenli aralıklarla doktora gitmesini söyler. Kadın bunları duyunca tabi delirir. Çocuğu dışarı bile çıkarmak istemiyo çünkü. Dışarısı çok pismiş! Neyse işte adam gizlice bebeği besler filan. Ama kadının yaptıklarını anlatamam size nolur izleyin böyle bi psikopatlık yok. Ablama izle dedim, konusunu azcık anlattım kız ağladı :D Kendisi taze bir anne de, biraz fazla duygusal. Ben çok etkilendim, kesinlikle izleme listenize eklemenizi isterim. Farklı ve sinirden çıldırtacak bir film izlemek isteyenlere.

Canlarım ciğerlerim, başka bir yazıda görüşmek üzere. Sizleri seviyorum.


0 yorum: